İnanış ve iman edişimizin gereği olan, Hz. İbrahim aidiyeti ve Hz. İsmail teslimiyetinden mahrum ve mahzun günler geçirmekteyiz. Öylesine hasret ve öylesine özlem duyuyoruz ki, sürekli halde, karşılıksız sadakatlere olan güvenimizi ölçüyoruz. Sımsıkı ve umursamaz bir güven tesisi için sürekli bir dayanak arayışı içerisindeyiz. Birinin ya da birilerinin desteği olmadan, düşeceğimizden veya tutunacak yer kalmamasından dolayı yıkılmaktan korkuyoruz.
Her geçen gün, insanın melekelerini, adalet, iktidar, idrak ve kanaatten ibaret bulan Yusuf Has Hacib’ in anlayış ve fikriyat çerçevesine erişmenin ağırlığı yoruyor. Çehrelerimizde, zalimin zulmü altında inleyen mazlumların çığlıkları en fazla gözyaşına dönüşüyor. Ve sadece ağzımızla, hem de yüzlerine baka baka, vicdanlarımızda anlık yara ve sızılardan daha fazla etki bırakmasını diliyoruz. Maddi, dini, nesebi, ümmi, mezhebi veya her ne açıdan olursa olsun, kamplaştırdığımız duygularımızı bir kenara koyup, yaratılanı sevmek yaratandan ötürü, erdemine varamıyoruz bir türlü.
Başta söylediğimiz gibi, aidiyet ve teslimiyet üzerine evlatlar yetiştirememenin acısını yaşıyoruz nesil olarak. Öyle ki, tarihimizde sahip olduğumuz birçok misal, gerçek dışı efsane gibi gözükse de, bir tarafımız onlara sımsıkı sarılıyor. İsmini Hazreti Hızır’ın koyduğu Hâkim Ata gibi evlatlar bekliyor, inanışlarımız ve özünde yer aldığımız tarih. Okuldan kaçmayı mizah unsuru olarak paylaşan değil, okuldan çıkarken, yüzünü okula dönüp sırtını ev yoluna dönenleri veya hocasının emanetine canı pahasına sahip çıkanları anlatan ebeveynler olmamız gerektiği şart.
Önceliğimiz, yetiştirdiğimiz bu evlatların yarınlara dair varacakları menzillere, doğru bir aracı olmaktır. Bugünlerde, anası soğan babası sarımsak deyimi veya çıktığı kabuğu beğenmeyen sıfatının ne kadar da yaygın olduğunun daha da bir farkındayız. Ve tabii ki aile cinnetlerinin vahim sonuçlarına çokça şahit olmanın da. Aslında hepimiz, her ana baba, çocuklarımıza iyi bir gelecek sunmanın mücadelesi içerisindeyiz. Ancak toplum olarak, İYİ tanımının altını sadece beklenti, heves ve hırsla doldurmanın sıkıntılarını yaşadığımız doğrudur.
Halbuki, ferasete erişilecek, alimler, zahitler, sabirler, raziler, şakirler, muhipler ve arifler makamlarının yollarını işaret edip, evlatlarımızın bu yönde eğilimini sağlayacak imkan ve şartlar oluşturmuş olabilsek, bugünler ve yarınların çok daha farklı bir hal alacağını söyleyebiliriz. Akıl, gönül ve vicdan altın üçgeninin ortasında yer almamış bedenlerin, boşlukta savrulmasından başka, nasıl bir sonuçla karşılaşabiliriz? Ya da, özellikle bu yüzyılda, Hazreti Pir-i Türkistan’ın hocası Yusuf Hamedani gibi, altın ve gümüş eşya kullanmamaya dikkat edip, fakirlere zenginden çok itibar eden bir neslin inşasına ne kadar inanıyoruz? Bu iki soru, hayatın parametrelerini belirleyeceğini düşündüğümüz, bir kısım sualden yalnızca iki örnek.
Toplumsal yaşayıştan ziyade bireysel tercihleri kabullenmiş bir dönemin içerisindeyiz. Ve hatta her anlamda yalnız kalmayı yeğleyerek, doğruya daha yüksek oranda ve hızda erişeceğimizi düşünen çoğunluk halindeyiz. Yeni dönemde belirsizlik ve güvenlik başlıklarının zirve yapacağı günümüzde şu düsturu çok ama çok önemsiyor ve özellikle sizlerle paylaşmak istiyoruz;
Uzleti seçen kimse, halkın şerrinden korunmak için değil, kendi şerrinden halkı korumak için bu hareketi seçtiği fikrinde olmalıdır.
Bu minvalde kendi tercihlerimiz ve gözetimimiz, denetimimiz altındaki neslimize öz benliklerini, nefsani duygu ve isteklerden öteye akıl yoluyla vicdanlarının sesini dinleyerek, her zaman sorgulamalarını öğretmek çok kıymetli olacaktır.
Bir baba ve oğul ile başladığımız yazımızı, bu minvalde bir sesleniş ile sonlandırıyoruz;
"Babacığım! Sana buyurulanı yap; inşallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın."
Saffat Suresi 102.Ayet
Bu özel ve güzel günlerde dualarınızda yer bulmak temennisiyle.