Kapandık evlerimize. Uzağız artık AVM’lerden, stadyumlardan, konser salonlarından, kafelerden, havaalanlarından. Tüketmeye, tüketirken görünmeye o kadar alışmışız ki, bu mekânlarda bulunamamak yoksunluk duygusu yaratacak mı acaba? Zaman verecek bunun yanıtını.
Farkında olmak gerek, artık bir çağ kapandı. Yenisi başlıyor. Seksenlerden sonra ne kadar çok yeni kavram literatüre girmişti çağımızı anlatmak için: “küreselleşme”, “tüketim toplumu”, “yenidünya düzeni”, “neo-liberalizm”. Şimdi bu kavramların ayakları yerden kesilmiş durumu. Hepsi bugünün dünyasını açıklamakta kifayetsiz kalmış durumda.
Sınır kapıları kapanmışken, insan ve mal dolaşımı durdurulmuşken nasıl söz edilebilir “küreselleşme”den? Fabrikalardaki şalterler teker teker kapanırken, AVM’lerin kapısına kilit vurulmuşken, kim diyebilir ki “tüketim toplumu” vardır diye? Güvenlik kaygısıyla demokrasinin beşiği olmakla övünen ülkelerde bile en sıkı denetim, gözetim varken “liberalizm”in esamesi okunabilir mi?
Doğa hep kendi antitezini üretir. Bu gün için küreselleşmeyi bitiren Korona virüsü bu kadar yaygınlaşmasını küreselleşmeye borçlu. Bir bakıma, küreselleşme kendi sonunu kendi hazırladı.
Tüketim toplumuna ucuz ve aşırı ürün yetiştirmek için hiç durmaksızın çalışan fabrikaların kirlettiği hava ve akarsular, son birkaç aydır arınmaya başladılar. Dünya üzerinde pek çok uçuşun iptal edilmesiyle, gökyüzü tekrar kuşların oldu. İnsan kendini kapatınca, doğa kendini yenilemesi gayet güzel biliyormuş.
Bu virüs nedeniyle zamansız göç edip gidenler için; onları kurtarmak için fedakârca çabalayan sağlık personeli için üzüntü hissetmemek mümkün değil. Küreselleşme bitti dense de, küresel bir yas kaplamış dünyamızı. Dünyaya egemen olmuşluk duygusunun yıkılışı, doğa karşısında aciz olduğumuzun fark edilmesi de var bu yasın içinde.
Hatırlıyorum, ilkokulda sınıfın duvarında geniş bir pano vardı. Üstünde “Dünya Tarihi” yazardı. Uzun yatay bir çizgi ile bölünmüştü. Her bölüm bir “çağ” idi. İlk Çağ yazının icadı ile başlardı. Öncesi yoktu. Sanki hiçbir şey olmamıştı. Bu çağ Kavimler Göçü ile biter; onu, İstanbul’un fethi ile sona erecek Orta Çağ izlerdi. Ardından Yeni Çağ gelirdi. Panoya bakardım, içinde olduğumuz Yakın Çağ ne zaman bitecek, diye düşünürdüm. Bir çocuk olarak yeni bir çağın başlamasını, ona tanık olmayı heyecanla bekliyordum. İlkokul öğretmenim “merak etme, insanoğlu aya ayak bastı, artık Uzay Çağı başladı” derdi. Ama başlayamadı o çağ. Oysa yeni bir çağdan söz edebilmemiz için siyasi yapıların, üretim biçimlerinin ve toplumsal ilişkilerin değişmesi gerekirdi. Uzaya insanın çıkması, yeryüzündeki insanın hayatında henüz değişim yaratmamıştı ki.
Muhtemelen yıllar sonra tarihçiler, 2020 yılını Yakın Çağ’ın bitişi olarak belirleyecekler. Ekonomiden eğitime pek çok alanın on-line bir sisteme geçtiği, insani ilişkilerde fiziksel temasın azaldığı, üretim ve tüketim alışkanlıklarının kökten değiştiği, korku ve güvensizliğin artışıyla daha otokratik yönetimlerin işbaşına geldiği bir çağın başladığı yazılıp çizilecek.
Başlayan bu çağa ne ad vereceklerini bilmiyorum. Ancak bu gün, insanoğlunun biten Yakın Çağ’ın ardından sessiz bir yas yaşadığı kesin.