Hocalar kitabın açar başın Bismillah ile
Müminler ikrara gelir Amentü Billah ile
Mecnun da dağlara çıkar muradı Allah ile
Hiç ona soran oldu mu arada Leyla nedir?
Aşık Sümmani
Türkler olarak, ‘İslam’ı İmamı Azam Ebu Hanife’den, ‘İmanı’ Ebu Mansur El Maturidi’ den ve ‘İhsanı’ Hoca Ahmed Yesevi’ den nasiplenmiş bir milletiz.
İnal Kay Han’ın Dede Korkut’u Peygamberimiz (S.A.V)’ e elçi olarak gönderip, İslam’ın nuruyla aydınlanması ve yine Dede Korkut vesilesiyle aydınlatması ile boy boy yayılan bu inanışın, bugünlere değin korunarak ulaşmış olması bizler için şükür sebebidir.
İsmail Hakkı Bursevi’ nin belirttiği, ‘Kıvam-ı dünya 4 nesnedir: İlim, tababet (sağlık), adalet ve hikmet.’ düsturu bugünlerde tefekkür eden herkes için karşılığını bulmaktadır. İnsanlığın var olduğu günden bugüne değin, Nizam-ı Alem davası güden Türk Milleti’nin dönemsel incelemelerinden çıkarımımız da bu dört unsurun her dönem anahtar unsur olarak yer almış olmasıdır.
Tasavvuf’ un kendisine önemli bir yer bulduğu Anadolu coğrafyası, insan odaklı ürettiği fikir ve yaşam sistematikleri ile zamanın ötesinde olacak biçimde, tüm medeniyetlere çağrı ve katkıda bulunmuştur. Korku, endişe ve kaos ortamının belirli periyotlarda tekrar tekrar yaşandığı zamanımıza ilişkin öne çıkan terimlerden olup, sıklıkla duyduğumuz bir tanımlama da riyazettir. Riyazetin kelime anlamına baktığımızda karşımıza çıkan en çarpıcı tanımlama, yabani bir hayvanı evcilleştirmektir. Bu konuda zamanımız insanlarına sunulabilecek en iyi reçetelerden biri İmam-ı Gazali tarafından sunulmuştur. İmam-ı Gazali’ye göre dört tür riyazet vardır; Az yemek, az konuşmak, az uyumak ve insanların zulmüne katlanmak.
Böylesi derin tarihi ve misyonu üstlenmiş bizlerin, Allah’ a kulluk boyutundaki en önemli vazifemiz olan ibadetlerimize bakış açımızın, Hallac-ı Mansur bilinci ile olması önemli ve kıymetlidir. Zulüm altında, yoğun işkencelere maruz kalan Hallac-ı Mansur’un elleri kesildikten sonra, akan kanını yüzüne sürdüğünü görenlere karşılık ; ‘Aşk ile kılınacak iki rekât namazın abdesti kan ile alınmaz ise sahih olmaz.’ anlayışı, Rıza-i İlahi dairesinde yer almayı hedef edinmişler için tarihi bir örnektir.
Peygamber sevgisini, kökeninden her zamana taşıyan Türk milletinin karakteri için verilebilecek en önemli örneklerden birisi, Hoca Ahmed Yesevi ve M. Akif Ersoy’un 63 yaş üzerine sahip oldukları ortak hassasiyetleridir. 63 yaşında kendisini toprak altına çektiğini ifade eden Pir-i Türkistan ve 63 yaşında hastalığını öğrendiğinde öleceğini düşünerek sevinen M. Akif ’ in özdeki buluşmaları asla ayrı ayrı düşünülmemelidir. Hoca Ahmed Yesevi ile ortak hassasiyete sahip Milli Şair Mehmet Akif’in en önemli eseri Safahat’ın yarısında Müslümanların mevcut durumundan şikâyet ve serzenişte bulunması da atlanmamalıdır. İşte bu minvalde, bizim kendimizle olan hesabımızda ortaya çıkan gerçek şudur ki, İbn-i Suud’un bugüne yansıyan akıl ve ilim dışı İslam anlayış ve yaşayış biçiminden uzak, Cafer-i Sadık, Farabi gibi ilmi esasları fikir ve hayatına yakın tutan bir tercihle devamlılık sağlamak daha doğru olacaktır.
Neye ne kadar sahip olursak olalım veya öyle sandığımızı zannedelim doğru şudur ki; Eğer bir şeyi bilerek terk ediyorsak gaflet, bilmeyerek terk ettiğimizi anlıyorsak unutkanlıktır. İçerisinde yer aldığımız 21. Yüzyılda, yaşadığımız doğal veya yapay her afet sonrası toplumda çoklukla karşılaştığımız, kendini sorgulayarak, sebep ve sonuçlara ulaşma eyleminde bulunmak sahip olmamız gereken önemli bir tavırdır. Öyle ki, İlmin kapısı Hz. Ali’ye; Bu yaşadıklarımız imtihan mı yoksa ceza mıdır? diye soran ahaliye verdiği şu cevap, bulmamız gereken cevaptır; Eğer yaşadıklarınız sizi Allah’a yakınlaştırıyorsa imtihan, uzaklaştırıyorsa cezadır.
Yeni dönemde kendisine istikamet ve menzil arayıp, bu bağlamda yönelim ve eylem ortaya koyan dostlara, öncelikleri için şöyle bir hatırlatmada bulunmak isterim ki;
Türklerin Kızıl Elması İ'la-yı Kelimetullah’ tır.