“Yüksek” idealleri olan bir âlimdi Çelebi Ahmed. Öyle büyük hedefleri vardı ki; Bilmek, anlamak ve üretmek zorunda olduğu, birbirinden farklı birçok ilim alanı ile haşır neşirdi. Meteoroloji, astronomi, mühendislik ve sosyoloji ile birlikte, bu alanlara dair birçok alt sahada “Bin” bir üretkenlik ortaya koyması nedeniyle, tarih , “Hezarfen” (Bin fennin alimi) olarak kaydetti onu belleğine.
Öyle ki kendimizi “Hezarfen” sandığımız bu yüzyılda, ne, hangi anlama gelir diye küçük bir öz değerlendirme yaptığımızda bile, ancak “Yekfen” olabileceğimizi anlarız.
21. Yüzyıl Anadolu’sunda, kendimizce gerçekleştirdiğimiz muhasebe ve yüzleşme, gayet büyük bir hareket aslında. Bu sorgulamanın yüksek seviyede ehemmiyet kazanmasının nedeni, mevcut toplumsal yaşayışımızda, maruz kaldığımız çevresel etkenler ve birlikte yaşamayı tercih ettiğimiz, iç ve dış paydaşlarımızın oluşturduğu, yaşama ütopik veya çok yüksek seviyeden ideal bakış açısından başka bir şey değil.
Öyle ya, bilgiye erişim hızını incelediğinizde, evlerimizde ödevlerini yapan(!), çocuklarımız bile, 16 Mbps’lik internet hızı sayesinde, saniyede 2 Megabyte veriye sahip olabilmekteler. Bundan dolayıdır ki, “Hezarfen” olmamamız engellenemez!
Mi acaba?
Şimdi, böylesi bir giriş sonrası, bu soruda nedir? Veya Nereden Çıktı? Veya Amaç ne?
Ülkemizde çok sevilen ve hayatın her merhalesinde arzu ve tutkuyla, nesillerimizin kendine hedefler biçip, övünç kaynağı kıldığımız “Siyaset” ile başlayalım.
Siz seçin bakalım yolunuz , “Seyis Eden”, “Katliam” ya da asırlık Yunan desisesi “Politika” yolu mu? Çünkü hem sözlük hem uygulama alanında karşılığı bu üçünü buluyor “Siyaset” in. Ya da tüm bunların dışında kalan “İdare-i Mülük” ün yükü mü sırtınızdaki?
Düşünsenize Osmanlıca’da karşılık bulan ‘Siyaset’, katliamın türüne karar verirken, Arapça’da ‘At Bakıcılığı, Temizliği’ anlamıyla kullanılıyor. Şahsen bana öyle geliyor ki, bu kavramı kendine övünç kaynağı olarak hedef koymuş bir nesle, tüm hızlarıyla yol veriyoruz?
Naçizane düşüncem ki sözüm meclisten dışarı, hedefine hızla koşan bu nesle dair Mevlana’nın çok kıymetli bir öğüdü ile biraz yön verebiliriz onlara. O da şu ki, “Kanatlarına adil davranmayan kuş uçamaz.”
Bunu zaten biliyorduk ve sen de “Et tekrarı ahsen, velevkane yüz seksen” e düştün mü diyorsunuz? Bir de, benim de yakın zaman içerisinde farkına vardığım, uzun zamandır etimolojik kökenini sorgulamadığım ana unsur bir kelimeye bakalım, o halde.
“İnsan”.
Evet, yanlış okumadınız. Araştırmalarım, okumalarım ve dinlemelerime göre, kökeni itibariyle “İnsan” anlam olarak “Alışan” demek. Bu işin içinden çıkmak gerçekten daha zor gözüküyor. Hedefi, zorluğu, zaafı, nedeni, nihayeti hep a bağlıyorduk oysaki? Ne olacak peki şimdi? Tabii bir de bu “İnsan”ın “Zekâ” meselesi var. Malımızın “Zekât”ını oluşturan, aklımızın “Zekâ”sı olan. Yani “Artan”ı.
Hezarfen bir toplum içerisinde, Yekfen kalan ben, 21. Yüzyıl’ın ilk çeyreği dolmadan çok hızlı bir şekilde yol haritası hazırlamalıyım kendime sanırım… Ne de olsa büyük bir hesaplaşmaya giriştim kendimle. Ve bunun, ya kalıcı bir hesabı ya da hak edişi olmalı kendimce. Her ikisinin olma imkânı yok ki, bizim “Hezarfenler” e göre. Asla yan yana olamaz “iyi” ve “kötü”.
Velhasıl, her zaman kendime teselli bulduğum bir Mecnun hikâyesi vardır, hatırladıkça gülümsediğim;
Mecnun, müşkül arzı için bir gün saraya gider ve sultanın huzuruna çıkar. Sultan da Mecnun’un Leyla’ya olan aşkından haberdardır. Sultan’ın huzurunda haremi de bulunmaktadır. Sultan karşısına geçen Mecnun’a yüksek bir sesle der ki, “Ya Mecnun, söyle Allah aşkına ne bulursun Leyla’da? Leyla’yı bilirim, kara kuru bir kadındır? Bir de şu haremdeki hatunlara bak bakalım, yine de düşecek mi aklına, gönlüne senin Leyla?” Mecnun bir süre kararsız kalır ama yine sözünü esirgememeye karar vererek şu cümleleri söyler Sultan’a; “Sultanım, benim Leyla’m başkadır. Senin dilberlerin, dışı altın kaplı içi sirke dolu kadehe benzer. Benim Leylam ise içi en güzel şerbetle dolu toprak bir çanaktır. Şimdi sen benim yerimde olsan, hangisine doymak isterdin?”
Her şeye, herkese rağmen bizim hayallerimiz, ideallerimiz, rüyalarımız tadına doyum olmaz eşsiz, benzersiz en güzel şerbetlerimizdir.
Dışı toprak olsa da susamışlığımız, ihtiyacımız onlaradır.
Saygı ve muhabbetlerimle.