Kriz ve felaketlerin şokuyla, kimlik ve zaman bunalımı yaşayanların tam tersine, sakin ve milletimden emin bir şekilde devam edebiliyoruz hayatımıza. Elbette rahat, konfor ve lüksten uzak, ihtiyaçlarımızın farkında, tedbirli ve mümkün olan optimum seviyede günler geçirir bir seviyedeyiz, herkes gibi.
Bunun için, yaşadığımız coğrafyanın tüm gerekliliklerini, zamanın öncesi ve sonrası farkındalığını kazandıran, aile büyüklerimizi ve yetişmemizde payı büyük olan öğreticilerimize şükran duyuyor ve dua ediyoruz.
An itibariyle, sahip olduğumuz sakinlik ve kriz anında düşünme kabiliyetimize, diğer toplumsal kazanımlarımıza güveniyoruz.
Üzerinde dünyaya geldiğimiz topraklarımızın bizi asla ortada bırakmayacağına eminiz. Çünkü atalarımızın, hiçbir şey yokken, güçleri yettiğince, gerekeni yaptıklarında bu toprakların onları aç bırakmadığını iyi biliyoruz. Dedelerimizin ve ninelerimizin mahsul ekmeyi veraset şeklinde miras bıraktığı bahçeler, temel seviyede ihtiyaç karşılamak için olmasa da, tadımlık ürünlerini bize ikram etmeye devam ediyor. Öyleyse, tıpkı büyüklerimiz gibi, en az hak ettikleri kadar, ihtiyaçlarını karşılamayı becerirsek, bizi de boş çevirmeyecektir bu tarlalar.
Geçen yaz dört nesil eğlenerek yaktığımız ateşin üstünde hazırladığımız tarhanalar, konserveler, salçalar ve kışlık erzak hazırlığının, aslında ne kadar önemli bir öğrenim olduğunu anladık bugünlerde. Ve bunun şükrü ile bir fazla dua ediyoruz anamıza, babamıza ve büyüklerimize. Topraktan başlayan kendine yetebilme becerisinin güveni ile daha da tatlanan erzaklar, şimdi market reyonlarında hazır paketli gıda için kavga etmememizi sağlıyorlar. Kaç tane daha alırsam ailemin temel ihtiyacını, ne kadar karşılarım sorusunu, kavanoz veya paket miktarları ile rahatlıkla hesaplayabiliyoruz, her yaz yaptığımız kışlık hazırlıklarımız sayesinde. Bu yöndeki tercihimizin bir diğer nedeni, paketli, rafta sunulan ve dondurulmuş ürünlerin insan sağlığına olan etkisi. Öyle ki evsel ürüne geçebilmek adına, şehrin göbeğinde, süt ve süt ürünleri için, manda da aradık, ekmek nasıl yapılır öğrenmesi için eşimizden de ricacı olduk uzun zaman önce. Sıkma zeytinyağı bulmak için köy köy gezip, saklama süresinin elverdiği ölçüde temin etmeyi sağladık, gücümüz veya ekonomimiz yettiğince.
İlçemiz mahallesi kara fırınları için hazırlanan hamur teknelerine omuz vererek, oklavaları ile yufka, patatesli ekmek veya gözleme yapmayı bekleyen bacılarımızın, gün sonu ürünleri paylaşımlarını sosyal medyada paylaşmışlığımız da vardır. Veya dizlerindeki yaşlılık probleminden dolayı diğer mahalledeki evde hazırlanan silor torbalarını taşımak üzere babaannemi karşılamışızdır mahallenin başında. Dedemizi alıp, Uludağ’ın eteklerinde, mantar, kuşburnu, ıhlamur, kantaron, çaylık papatya nerede bulunur öğrenmek, sade bir doğa yürüyüşü yapmak yerine tercihimiz olmuştur çoğu zaman. Topladığımız bu mahsullerin kurutulması, reçel veya diğer şekillerde gıda haline getirilmesi için uğraşan ananemizi taklit eden kızlarımız da, bu halleriyle ailemizin neşe kaynağı olmuştur.
Market ve pazar alışverişlerimizde, ısrarla, hem ailemiz hem komşularımızı getirdik aklımıza. Kimi zaman satın alıp götürmesek de, ihtiyaçlarının olup olmadığını bir telefonla sorguladık mutlaka. Yaşamın içinde var olan, maddi, manevi, fiziksel veya ruhsal varlık, yokluk meselesini birbirimize anlatabilecek seviyede komşuluk, dostluk hukuklarımızı koruduk.
Bugünlerde, şahit olduğumuz aç kalma korkusuna binaen verdiğimiz bu örneklerin yanında, ailemiz ve yakınlarımızın diğer ihtiyaçlarını nasıl karşılayabiliriz sorusuna da cevap arayarak, uygulamalı şekilde, tedarik edenler cenahında bulunmayı tercih ettik uzun zamandır.
Kiminiz demogoji, kiminiz hamaset kiminiz de şov diye düşünebilir ama asıl bana öğretilen en değerli şeyin, Milli Birlik ve Beraberlik olduğu kesindir.
Tarih aynasında, ilgimizi her zaman en çok çeken konular, Anadolu coğrafyasında yaşanan yokluk, savaş ve felaketler karşısında, Türk Milleti’nin ortaya koyduğu destansı duruşlar olmuştur.
Bence bu durum sadece bize veya bizim çevremize has bir durum da değildir.
Belirli aralıklarla, tekrar tekrar yaşadığımız, deprem başta olmak üzere doğal afetler; Milli birlik ve beraberliğimize, devletimizin üniter yapısına ve vatan sınırlarımıza yönelik, iç ve dış güçler tarafından kast ve suikastler; Maddi-manevi değerlerimize karşı hakaret ve tehditlerin tümüne karşılık ortaya koyduğumuz refleksler bunun tarihte sabitlenmiş ispatlarıdır.
Bu ispatların günlük hayat boyutta olanlarına baktığınızda da, Şu Çılgın Türkler kitabı, Çanakkale denince aklımıza gelenler, en yüksek reytinglerle yurtdışına transferi yapılan son dönem tarih dizileri, yerli turistlerimizin yoğunlukla gösterdikleri tercihler, yükselen akım haline dönüşen geçmiş yaşam tercihleri ve daha nice hasletler görülebilir.
Elbette ki, bu topraklarda yaşayıp bu toprakların sahibi olmak için sürekli bedel ödeme halinde ve hazırlığında olmak zorunda değiliz. Ancak unutmayalım ki, bu cennet vatanın, huzur ve sükûnet zamanlarında da yaşayanları, faydalananları da bizden başkası değildir.
Zamanın gereği boyutunda ortaya konması gereken gereklilikleri ifa etmek aidiyettir. Bu aidiyeti ortaya koyanlar ise inisiyatif alma ve tercih zamanlarında öncelikli hak sahipleridir.
Türk milletinin karakterinde; İmece, paylaşım, birlikte karar alma ve harekete geçme, toplumsal yaşayış, kalıtsal bir özelliktir. Bencillik, bireysel mücadele ve yaşam şekli, günlük yaşam tarzı milletimizin dokusuna uymaz, uyum sağlamaz.
Unutmayalım ki, bizler için, Karadeniz’de gemilerin mi battı veya devleti sen mi kurtaracaksın soruları, deyim mahiyeti kazanmış ancak gerçek hayattan miras taşıyan cümlelerdir.