Anadolu, Türk-İslam sentezinin, Alp-Erenlerce vatanlaştırılarak, insanlığa, medeniyet ve adalet kaynağı olmasını sağladığı Türk yurdudur.
1071 Öncesi, Ebu’l Hasan Harakani’ nin, önceden ekilen tohumların, meyve verecek fidan haline gelmesini sağlaması, Anadolu’nun Fethi için çok önemli bir evredir. Hoca Ahmed Yesevi ve Hacı Bektaş-i Veli öğretilerini, Yunus Emre ve Mevlana ile hem akıllara hem gönüllere işlenmesi ise zaferin asıl görünmesi gereken yüzüdür. Sultan Alparslan’ın cenk meydanında kendine ve alplerine duyduğu imani özgüvenin ötesinde, erenlerin hazırladığı bu hava, zafer ikliminin sağlanmasında temeli teşkil eden unsur olmuştur.
Benzer bir sistematiği 1263-1299 yılları arasında, Bursa’nın fethi öncesi dönemde de görebiliriz. Osmanlı tarihinin ana rahmi olarak tanımlanan bu dönem, devletleşme tanımının teorikten pratiğe dönüşümünün bir başarı örneği olarak dikkatle incelenmelidir. Bu döneme dair sadece Osmangazi ve Ertuğrul Gazi ile kurgulanmış efsane yaklaşımı maalesef öne çıkmıştır. Oysaki Şeyh Edebali ve fakıhlarının kurduğu sistem ve Saru Bartu Savcı Bey’in diplomasisinin birleşimi ile, Osman Bey ve alpleri için sağlanan ortamı iyi anlamak gerekir.
Konya’da Mevlana, Bursa’da Emir Sultan, Malatya’da Somuncu Baba ve daha nice erenler, vatan toprağına işledikleri imani akıl ve gönül muhabbetleri ile yüzyıllardan bu yana gelen düstur ve şiarı halen yaşatmaktadırlar. Böylesine değişken bir dünya düzleminde, kendilerine has oluşturdukları bu kalıcı fikir ve disiplini, sadece kadere dayalı bir nasip gibi algılamak, içerisindeki saklı olan sistemi anlamaktan kaçınmak ve kolaycılıktan başka bir şey olamaz!
21. Yüzyıl’a girdiğimiz ilk günden bu yana vatan toprakları ve yakın çevresinde, alplerimizin tarihe düştüğü destanları ise gönül coşkunluğu ile izlemekteyiz. Yakın zaman içerisinde Sur’da, Yüksekova’da, El-Bab’ta, Telafer’de yaşananlar hafızalarımızda halen tazeliğini korumaktadır. Göğe yükselen Türk Bayrağı’nın altına sığınıp, Türk askerini gördüğünde ona gözyaşları içerisinde koşanlar, çaresizlikten kırışmış yüzü ve elleri ile onlara sarılanlar, anne ve babasının anlattığı bayrağı görünce umudundan hareket halindeki arabalara atılan çocuklar, kadınlar ve ihtiyarları gözümüz yaşlanarak, yüreklerimiz burularak tekrar tekrar seyretmişizdir.
Bu devrin Bizim Çocukları olarak cenk meydanında canını ortaya koyan bu alpler, her defasında mesajlarını şu şekilde paylaştılar aslında anlamak isteyenler için; Ey erenler, okuyun okutun. Yeniden inşa için milletin uyanışına vesile olacak sistemi kurun. Ama bu sefer öyle bir kurun ki, ezel de ebed de Türk’ün sancağının dikildiği İslam elidir bu vatan, deyip mübarek vatan topraklarına namahrem elleri yaklaştırmasın.
Ve Bizim Çocuklar öyle zamanlarda ortaya çıktılar ki tekrar, Kızıl Elma deyip istikamet verdiler aziz milletlerine tank sırtında.
Elbette aziz milletimizin erenleri de kayıtsız kalmadılar böylesi bir süreçte. İçten içe, dünü hatırlatıp geleceğe ışık tutarak bugünü okuttular, görmek isteyenlere. Mansur El Maturidi’ce okuyup, anlamak ve akletme yöntemi ile hareket ettiler her zaman. Akıl ölçeğinde, akıllıca ve akıl büyüklüğünde mesafe kat ettiler.
İyi biliyoruz ki şimdi sıra erenlerde. Elbette yola düşecek, çağlar ötesinden kendilerine emanet edilen nizam ve kaidelerin muhafazasını açıp, yeniden en büyük dayanakları olan adalet asasını alarak, insanlığın hakkaniyet susamışlığına kırbalarını uzatacaklar.
Duyun sesimizi hak ve hakikatin yolcusu Erenler,
Sizler üçler meclisinizde iken, yediler kapınızı sımsıkı tuttu. Ser verdi, sır vermedi. Kırklara açılan kapıyı aralama sırası sizde.
Yollara ve gönüllere düşme vaktidir gelen.
Selam ve muhabbetlerimi sunarım.
"BİZ Bizimle BİZLERİ BİZDEN Soranlara KOŞTUK.." "Dün HAK Bizimle idi..Bugün biz ona konuk.." HAKKI BABA.