Sabah rutinlerimize başladık mı? Çocuklar uyandı hazırlandı ve okullarına gittiler. Bizler kalktık ve işlerimize doğru yola çıktık. Ev işlerine daldı bazılarımız. Kimimiz bilgisayar ya da televizyon ekranlarına verdi kendisini. Çünkü nefes alıyoruz ve zaman bizim ne hissettiğimizi umursamadan akıyor.
Gerçekten hayata devam etmek için iyi hissetmek zorunda mıyız?
İyi değiliz. Üstelik iyi olmak zorunda da değiliz… Zamanı yavaşlatma, yasımızı yaşamak özgürlüğümüzü ne zaman kaybettik? Üzüntülerimizi, kızgınlıklarımızı bir kenara atıp “hızlıca toparlanmak gerekiyormuş baskısı” duyguları olan insanoğluna uygulanabilecek en büyük zulüm.
Hayat biz yetişkinlere kendisinin hiç de çocukluk düşlerimizdeki gibi muazzam bir gül bahçesi olmadığını defalarca gösteriyor. Bu hayatın içinde kızgınlık, kırgınlık, üzüntü ve yas da var. Ve insanoğlunun bunları da yaşaması gerekiyor. Bu nedenledir ki giderek artan acılardan kaçma söylemlerinden uzaklaşıyorum. Kızgınlıklarımızı ya da acılarımızı bu da geçer söylemleriyle toprak altına itmek ve hayatı hızlıca normalleştirmeye çalışmak çabalarını bir yetişkin olarak kabul etmek çok zor.
Henüz yaşadığımız acıyı kabul edemez ve inkâr eder durumdayken birden bire iyileşme çabalarına geçmeye teşvik etmek insanın yaşaması gereken bazı duyguları görmezden gelmek demek. Üzüntü ve öfke birer kardeş duygu iken, bu duyguları reddetmek daha fazla kaygı vermiyor mu?
Kaybettiklerimiz bizi yas tutmaya yöneltir. Bu hayatın bir parçasıdır ve bunu kabullenmeyen insanların huzur bulması mümkün değildir. Kabul etmek lazım ki her insanın üzüntü ve öfkesini yaşama şekli farklıdır. Saygı duymak ise insan olmanın olmazsa olmazıdır. Ancak sürekli artar şekilde akıl vermek, kişinin kendi mizacına uygun şekilde yas tutmasını engellemek, sürekli hayatın bir an önce normalleşmesi gerektiğine dair söylemlerde bulunmak hayatın yaşanması gereken rutin döngüsünü bozmak, yaşanması gereken ve kaçamayacağımız duyguları sadece ileri atmak oluyor.
Sürekli ne kadar önemli olduğu söylenen anı yaşamak, anın değerini bilmek kavramları da aslında yasın hakkıyla zamanında yaşanması gerektiğini bize anlatmıyor mu?
Şunu da diyebilir insan. “Bunca savaş, yıkım, umutsuzluk, mutsuzluk ve ölüm… Acısız bir günümüz yok. Hayatımızı sürekli yasta mı geçireceğiz…” Cennet gibi olduğunu kabul ettiğimiz bir dünyada insanoğlu yüzyıllardır huzur bulamıyor, sürekli acılar yaşıyor ve sürekli matem havasını ruhunda hissediyorsa bu insanoğlunun kaderi midir? Yoksa bir yerde hata mı yapıyoruz?
Belki de vakit hayatın zaman zaman devam etmediğini kabullenip, bize bahşedilen aklımızla durup düşünme vaktidir…