Hiç fark ettiniz mi; hayata dair beklenti ve umutlarımız sönük, moralimiz bozukken virüsler bizi daha rahat bulur. Pusuda bekler gibi, en zayıf anımızda yakalarlar. Sanki hisseder gibi, bizi hayata bağlı tutan halatların zayıfladığını… Ruhunuz hasta olduğunda vücudunuzun da hasta olması kaçınılmaz oluyor. Hayata kendisini bağlayan, tutunmasını sağlayan halatları gevşeten ve salıveren insanların nasıl yitip gittiğine defalarca şahit oluyoruz.
Bu hayatta devam edebilmek için herkes bir şeylere tutunuyor. Zaman zaman tutunduğumuz şeylerin nasıl bir hayat yaşayacağımızı belirlediğini düşünüyorum. Her sabah yatağımızdan kalkıp hayata karışma azmini, kararlılığını ve cesaretini bize tutunduğumuz hangi dal veriyor? Bizi bağlayan halatlarımız sağlam, bizi tutan dallarımız dayanıklı mı?
İnsanların bir bölümü inançlarına tutunuyor. Kendileri için yazılmış bir kaderi yaşadıklarına inanarak, kendilerinden beklenenleri yaşadıklarında; ilahi bir gücün mutlaka kendileri için en doğru ve en adil hayatı bahşedeceğine inanıyor. Hayat kendilerine verilmiş bir armağan ve hayatlarından vazgeçmek gibi bir seçenekleri zaten yok. Zaman zaman olumsuz ve mutsuz olsalar bile, yaşadıklarının kendileri için yazılmış bir sınav olduğuna inanarak kabullenip hayata tutunuyorlar.
Çok büyük bir grup insan ise çocuklarına tutunuyor. Dünyaya getirdikleri çocuklarına düzgün ve güzel bir gelecek kurabilmek adına bütün ömrünü çocuklarına bağlı geçiriyor. Hayattan asla vazgeçmeme nedeni çocukları… Tamamen çocuklarına adanmış ve çocukları çevresinde dönen bir hayatı yaşarken, gün gelip de çocuklar kendi yollarını çizdiklerinde bile, çocuklarının ellerini asla bırakamayan büyük bir kalabalık da var.
İşine tutunan insanlar da var. Hayat sanki sadece işinden ibaretmiş gibi yaşayan, sürekli işi üzerine odaklanan insanlar… Artık bedensel ve ruhsal olarak iş hayatını kaldıramayacak noktaya geldiklerinde bile işi bırakamayan insanlar bunlar. Bütün hayatı boyunca işi dışında bir şey ile ilgilenmemiş insan artık çalışamadığında tutunduğu dalı kırılıp elinde kalıyor işte. Hangi mesleği yapıyor olursa olsun bu böyle gelişiyor. Tutunmak için işini hiçbir zaman bırakmıyor.
Diğer insanlara tutunanlar var. Eşinden, dostundan, arkadaşlarından ya da akrabalarından destek alarak hayata tutunan insanlar… Çevresindeki insanları tutabilmek için sürekli kendinden eksilten insan, her kalp kırıklığı ve hayal kırıklığında tekrar ayağa kalkabilmek için, yepyeni insanlar bulup onlara dayanmak zorunda kalıyor. Ya da kendisine ters bile gelse, insan kaybetmemek için yaşadıklarını kabullenip uyum sağlıyor.
Hayallerine tutunanlar var, bitmez tükenmez umutlarına ve ihtimallere tutunanlar da... Kedimize köpeğimize, sahip olduğumuz ve çok değer verdiğimiz eşyalarımıza bile tutunuyoruz. Tüm bu tutunacak dal arayışlarımızda, aslında en sağlam dalı da böylece atlıyoruz.
Aslında tutunacağımız ve güveneceğimiz en sağlam dal kendimiziz. En çok üzerine çalışması ve sağlamlaştırması gereken; kendisini hayat yolunda asla bırakmayacağından emin olduğu tek dal aslında insanın kendisi. Kendini çözmekle başlayan süreçte; neyi ne kadar yapabileceğini keşfeden insanın en büyük dayanağı kendine olan güvenidir. Zaman zaman çok korkutucu olduğunu kabul etsek de, kendimiz olmaya çabalamak zorundayız. Bizi hayata sıkı sıkıya bağlayacak olan bu. Kişinin kendisini çok iyi tanıması ve sürekli kendisi üzerinde çalışma yapması…
“Burada öğretmen yok, öğrenci yok, lider yok, yol gösterici yok, efendi yok, kurtarıcı yok.” der Hintli düşünür Jiddu Krishnamurti. “Kendiniz için öğretmensiniz ve öğrencisiniz; efendi, yol gösterici, lider sizsiniz. Siz her şeysiniz! Ve anlamak, değişimdir!”
Çok güzel bir yazı olmuş.