Saatlerimi alsa da, yapboz çok severek uğraştığım bir hobidir. Doğru parçayı bulabilmek için kendimce birçok yöntem de yarattım. Benzer renkleri bir yere toplarım ya da birbirinin uzantısıymış gibi şekilleri olan, birbirini tamamlayacağına inandığım parçaları yan yana toplamaya çalışırım. Tek başlarına bir anlam ifade etmeyen bir sürü küçük parça yan yana gelip bir bütün oluşturduğunda ortaya muhteşem resimler çıkar. Zaman zaman hangi parça ile dolduracağımı bulamadığım anlarda, boş yere aitmiş gibi duran bir parça geçer elime. Çok da zorlamadan boşlukta yerini alır. Ama bir türlü aidiyet hissi uyandırmaz insanda, eğreti durur. Oraya ait değildir çünkü.
İnsanlar da hayatları boyunca yapboz parçaları gibi ait oldukları yeri arar dururlar aslında. Kimi farkında olarak, kim olduğunu bilerek arar. Kimisi de huzur ve mutluluk ararken farkında olmadan sürdürür arayışını. Ne yazık ki; çok azımız hayatımıza gerçekten ait olduğumuz yeri bularak devam edebiliyoruz. Hayata başlarken doğduğumuz yer seçebileceğimiz bir yer olmamakla beraber, ilerleyen yaşlarda okulumuz, işimiz, evimiz, eşimiz ya da dost çevrelerimiz de genellikle kendi akışlarıyla şekillenir hale geliyorlar.
Hepimiz için bir yere ya da bir insana ait olma isteği oldukça karmaşık bir durum. İnsanlar bir yandan seçimlerinde ve yapmak istediklerinde özgür olmak isterken; bir yandan da bir gruba ya da bir insana ait olmak için oldukça fazla çaba sarf ediyorlar.
Yaşamak istediği hayatta, seçimlerinde özgürce hareket edebilme fikri; hangi yemeği yemek istediğin gibi en ufak tercihlerden, hangi işi yapmak istediğin gibi çok büyük tercihlere kadar çok cezbedici bir fikir. Ama bir yandan da yalnız kalmama ve anlaşılabilmek adına bir yere ait olma, bir kurumun içinde bulunma, akrabalarının arasında yer alma ya da dayanacak bir destek bulma çabası bu fikre savaş açmış gibi bir tarafımızda sürekli yaşar.
Bu çelişki insanda “kanatlarımı rahat bırak uçmak istiyorum” ile “ellerimi asla bırakma senin desteğine ihtiyacım var” hisleri arasında yaşanıp gider. Amacımız bu çatışmadan huzur ve mutluluğa ulaşmaksa kovalayacağımız hedef bellidir. Nereye ait olduğumuzu bulabilmek…
İnsanların bu kafa karışıklığı üzerinden çokça kullanıldığını görüyoruz. Kişinin bir yere ait olma hissi; üst akıllarca yazılmış hedef sloganlarla çok çeşitli oluşumlar, kurumlar tarafından ciddi olarak kullanılıyor. İşlerinde oldukça başarılı olan reklam ve tanıtım kuruluşları ürünleri pazarlama noktasında; kişiyi bir gruba ait olma hissiyatı içine sokup o ürünü tüketmeye yönlendirebiliyor. Hepimizin yaratılan bu harika ait olma hissi sebebiyle rahatlıkla içine düşebileceği bir durum. Henüz daha kendisini keşfedememiş bir insanın; kendisi için yaratılmış bir aidiyet çemberi içinde kaybolması çok büyük bir olasılık…
Yanlış zamanda yaşadığınızı düşünüyorsanız, kalabalıklar içinde olup da bir türlü kendiniz olamadığınızı, sürekli rol yapmak zorunda olduğunuzu hissediyorsanız, bazı işlere başlayıp bir türlü bitiremiyor yarım bırakıyorsanız, yaşanan hiçbir duruma müdahil olamadığınızı her şeyin sizin dışınızda akıp gittiği fikri sürekli yanı başınızdaysa belki de yanlış yerde duruyorsunuzdur. Ya da daha kötüsü; insanları yan yana tutan derz vazifesi gören aidiyet duygusu çeşitli sebeplerle yıpranmış ya da hırpalanmıştır. O zaman da ortaya ne tam olarak özgür olabilen ne de yan yana huzur bulup üretken olabilen insanlar çıkar.
Bir yandan “ben” olmak isterken, bir yandan “biz” de olmak mümkünken hiç biri kalmaz elimizde…