Alışkanlıklarımızdan; dilimize yapışmış olan “iyiyim” kelimesi dışında nasılsın sorusuna en yaygın verilen cevap haline dönüşme yolunda olan bir cümle var. “Çok yorgunum!” Farkında olarak ya da olmayarak çok fazla insan bu cevabı veriyor artık “nasılsın?” sorusuna…
Büyük kalabalıklar halinde yorgunluk hastalığından muzdaribiz gibi görünüyor. Hepimizin fiziksel olarak ağır çalışmadığını ya da saatlerce spor yapmadığını düşünecek olursak, bir soru takılıyor kafama. “Neden bu kadar yorgunuz acaba?” Gerekli saat aralıklarında uykumuzu aldığımız zamanlarda bile hiç uyumamış ve dinlenmemiş gibi uyandığımız sabahlar sanırım hiçbirimize çok da yabancı değil. Zaman zaman hiçe yakın fiziksel aktivitede bulunduğumuz günlerde bile tüm kaslarımızın ağrıdığından şikâyet ediyor muyuz? Tatile de gitsek, evde bir pazar gününü hiçbir şey yapmadan bomboş da geçirsek, saatlerce uyumak için kendimize fırsat da yaratabilsek bir türlü kendimizi yeterince dinlenmiş hissetmiyor olmamızın asıl sebebi tüm kaslarımıza komuta eden beynimizi asla dinlemememiz olabilir mi acaba…
Hızlı olan her şeyin daha makbul kabul edildiği yepyeni bir yaşam şekline doğru değiştik. Daha hızlı okuma teknikleri, atlanarak izlenen filmler, daha hızlı iş yapılmasını sağlayan bir sürü akıllı makine, daha hızlı giden araçlar ve birbirimizle iletişim kurmak için kullandığımız kısa mesajlar arasında yaşıyoruz. Beynimizi asla durmayacak bir motor gibi kullanmaya çalışıyoruz aslında. Hiç kullanmadığımızı dinlendirdiğimizi düşündüğümüz uyku vakitlerimizde bile aslında nasıl yoğun çalıştığını sıktığımız çene kaslarımızdan, hatırladığımız ya da hatırlamadığımız yoğun rüyalarımızdan ve bunlardan çok daha bariz olarak ortaya çıkan sabah uyanıp hiç uyumamış gibi hissettiğimiz sabahlarımızdan net olarak anlayabiliriz.
Aslında bedenimiz değil de aklımız ve yüreğimiz yorgun olduğundan mı acaba bir türlü dinlenemiyoruz? Cemal Süreyya’nın dediği gibi: Neden yorgunsun sorusuna cevap aramaktan ve bunu sormasınlar diye gülümsemekten yorulduk mu hepimiz? Aslında hayat hiç kimse için çok kolay değilken daha da zorlaştırarak birbirimizi yoruyor muyuz?
Sevgide cimri, hoşgörüde tahammülsüz, eleştiride bonkör ve aslında nelerle mutlu olduğumuzu görmemek için sanki at gözlükleri takmış gibi yaşıyoruz hayatlarımızı. Sevgi, hoşgörü ve mutluluk rafları boş bir insanı; alacağı onlarca vitamin enerjik hale getirir mi çok emin değilim doğrusu. Koşturmalarımızı, hava koşullarını, yediğimiz yemekleri ve gündelik sıkıntılarımızı sebep olarak gördüğümüz yorgunluğumuzun sebebi ve çözümü belki de aslında kendi içimizdedir. Anlatamamaktan, yaşayamamaktan yorgun düşüyoruz belki de... En son ne zaman mutlu ve dinç uyandığımızı bir düşünsek, enerjinin sebebini de buluruz bence…
Ruhumuzun yorgunlukları günlerce yan gelip yatsak da geçmiyor. Biriktirdiğimiz üzüntülerimiz, hayal kırıklıklarımız, sevgiyi hissedemediğimiz anlar, çabalarımızın takdir edilmediği kendimizi başarısız ya da yalnız hissettiğimiz tüm o zamanların yarattığı yorgunluklar ne yazık ki tatille, uyumayla, bir sürü vitaminle silinmiyor.
Belki de William Shakespeare’in dediği gibi “İnsanları yorgun kılan hayat değil, taşıdığı maskelerdir.” Ve maskelerimizden kurtulup gerçekten huzurlu ve mutlu olduğumuz zamanları keşfetme zamanıdır.