Uyanabilmek, harekete geçebilmek, yani yaşamak için vücudumuz enerjiye ihtiyaç duyuyor ve tüm fonksiyonlarına sağlıklı ve düzgün şekilde devam edebilmek için çeşitli enerji kaynakları kullanıyor. Mükemmel çalışan bir makine gibi kendi küçük enerji santrallerinden faydalanıyor. Güneş ışınlarından, soluduğumuz havaya, içtiğimiz sudan yediğimiz yemeklere kadar bulabileceği her kaynağı kullanıyor ve bizlerin hareket edebilmesi için gerekli enerjiyi üretiyor. Hepimizin vücudunda yer alan trilyonlarca hücre soluksuz çalışan neferler olarak sürekli iş başındalar...
Ama insan sadece fiziksel bir form değildir. Hiçbir insan sadece fiziksel ihtiyaçlarını karşılayarak yaşayamaz. İnsan ruhunun yakıtı duygularıdır. Yaşamamız gereken duyguları, yaşamamız gereken zamanlarda ve gerekli dozunda yaşayabilmek hayatımıza sağlıklı devam edebilmemiz için hayati önem taşır.
Olması gerektiği gibi yaşayamazsak ne olur?
Vücudumuza enerji kaynağı sağlayamazsak olacaklar bellidir. Zamanla iyice zayıflarız, hastalıklara açık hale geliriz. Bir süre sonra vücut hareket edemez hale gelir ve fonksiyonları sağlıklı çalışmadığı için zarar görür. Daha ileri zamanlarda ölüm ile sonuçlanır.
Söz konusu duyguların yaşanamaması olduğunda ise; ortaya çıkan kocaman bir boşluk hissi olacaktır.
Ruhumuzu rafları olan bir dolaba benzetebiliriz. Her rafta hayatımıza sağlıklı devam etmemizi sağlayan duygularımız var. Bu duygularla dolu olması gereken raflarda boşluklar oluştuğunda ise nelerle dolduruyoruz?
Bağımlılıklarımız, bırakmak istediğimiz alışkanlıklarımız, kendimize ve çevremize zarar verdiğimiz kimi takıntılarımız, kısırdöngülerimiz… Raflarımızda duygularımızın olması gereken yerlere yerleşiyor olabilirler mi acaba?
Sinirlenmesi gereken yerlerde bastırdığı için sinirlenemeyen, güvende olduğunu düşünmesi gereken yerlerde sürekli kaygı taşıyan, sevildiğini hissedemeyen, ağlaması gerekirken güçlü durmak için çaba sarf eden yani raflarında boşluklar oluşan bizler ruhumuza enerji kaynağı olarak neleri seçiyoruz? Boşluğumuzu doldurmakta başarılı seçimler yapıyor muyuz?
“Birisinin eksikliğini duyuyorum, ötekinin fazlalığını…” demiş Atilla İlhan, boşluklarımızın yerine koyduklarımızı anlatmaya çalışırken. “Eksik olan gelip boşluğunu doldurmuyor, fazla olan gidip yerini boşaltmıyor. İkisinin arasında kötü, sevimsiz bir yerdeyim.”
İnsanın kendi kendisinin boşluklarını keşfedip bunları doldurmaya çalışması çok zor ve çaba isteyen bir yol. Çünkü kendi kendisine ayna tutması, fark etmesi ve kabullenmesi gerekiyor. Önce kabul edip sonra boşluklarını doğru duygularla doldurmalı.
Yazması söylemesi kolay, peki hayata geçirmesi… İşte o en zor kısmı. İşte bu sevimsiz yol yüzünden birçoğumuz ya yola çıkmaktan vazgeçiyoruz ya da boşluklarımızı doldurmaları için birilerine sarılıyoruz bize yardım etsinler diye…
Ne yazık ki; kimse senin içindeki boşluğu dolduracak doğru duyguyu, senden daha iyi keşfedemiyor…