Dünya üzerinde, insanlık ve canlılık var olduğu sürece, milletler mücadelesi mevcudiyetini korumaya devam edecektir.
Bu temel iddiamızın yanında, bir diğer taraftan da, tarih boyunca ülkelerin devletlerinin, yaşamın sürdürülebilirliğinin sağlanması için çeşitli görev paylaşımları ve işbirliktelikleri içerisinde olduğunu görmekteyiz. Oluşturulmakta olan bu gelecek izdüşümü adına, yeterli düzeyde liyakat ve kudret seviyesine ulaşan senaristlerin ise, söz konusu centilmenlik anlaşmasında, oyun kurucu ve antrenör olarak pozisyon aldığına şahit oluyoruz.
21. yüzyıla dair gelişen son dönem olaylar, ortaya çıkan stratejik dokümanlar ve kurulan ortaklıkları incelediğimizde, şahsi ön görümüz, sürekli nüfus artışı ve azalan kaynakları da dikkate alarak, Türkiye’ye diğer devletler ve milletler için temel tarım (tahıl ve benzeri) alanında rol biçildiğini düşünüyoruz.
Bu öngörümüzü destekleyecek kanıtlarımızın en başında, bulunduğumuz coğrafya gelmektedir. İnsanlığın var olduğu dönemlerden bugünlere değin Bereketli Hilal toprakları olarak adlandırılan ve toplum esaslarının kaynağını teşkil eden bölgenin ana unsurunun Türk Milleti olması, hali hazırda bu gerekliliğin temel faktörüdür. Son dönem dâhilinde sınırlarımıza yakın bölgelerde yaşanan gelişmeleri sadece toprağın altına bağlamak ve toprağın üstündeki değerleri göz önüne almamak dar bir bakış açısı olacaktır. Tüfek, çelik ve mikrop üçgeninde, eldeki donanımın, en hızlı yayılma imkânına sahip olduğu bu bölgenin, muhafazası, hâkimiyeti ve kullanım yetkinliğinin sağlanması, her zaman büyük bedellerin ödenmesini gerektirmiştir.
Katıldığımız bir toplantıda, bir oğlu ve bir kızının mesleği subaylık olan, Amerikalı stratejist George Friedman’ın, “Siz istediniz biz de verdik. Biz çocuklarımızı bu bölgeye, ölümün kucağına atmaya hevesli değiliz. Türkler bize, bölgeye hakkıyla sahip çıkmaya hazır olduklarını ispat ettiler ve biz de ikna olduk. Umarım çağın gerekliliklerini hızla elde eder ve bu yöndeki üretimlerinizi arttırırsınız ki bizler de, bir daha, burada, çocuklarımızın ölmesine şahit olmayız” diyerek konuya dair farklı bir bakış açısı yakalamamızı sağlamıştı.
Jared Diamond ve benzeri bilim ve araştırma insanlarının son dönemde ortaya koydukları çalışmalara ve lansmanlarına baktığınızda ise Türkler’in dünya insanlığı adına ortaya koyduğu en büyük kazanımlarının, temel tarım ürünleri ve bunların evcilleştirilmesi olduğu iddiaları öne çıkmaktadır.
Tüm bunlara ilaveten ekonomik, sürdürülebilirlik ve stratejik iş birlikteliklerinin içinde yer alan çalışma planları, grupları ve fonları çerçevesinde, ülkemize ayrılan saha ve uzmanlaşma alanı konu başlıklarının, sürdürülebilirlik, göç entegrasyonu, temel tarım ve gıdanın muhafazası ve geliştirilmesinin sağlanması olması rastlantı değildir diye düşünmekteyiz.
Dünya milletleri Türk Devleti’ne, bir yandan böylesi bir güven! ve sorumluluk yüklerken diğer yandan kendi içerisinde de çalışmayı elbette ihmal etmemektedir. Bu sahaya dair özellikle öne çıkan iki başlık olarak, underground farm (yeraltı çiftliği) ve etnobiyolojik muhafaza ve geliştirme çalışmalarını örnek gösterebiliriz. İngiltere ve ABD’de mega şehir olarak adlandırılan merkezi büyükşehirlerin yeraltlarında kurulan tohum saklama ve üretim merkezleri incelemeye değer yapılar olarak öne çıkmaktadır. Bütünsel olarak bu iki konu başlığını ve uygulama alanı seçimlerini dikkate aldığınızda meseleye ne kadar stratejik bakıldığı aşikârdır.
Unutulmamalıdır ki, vatan bir bütündür. Vazgeçilemeyeceği gibi hakkını da vermek gerekir. Öncesi ve sonrası, altı ve üstü, kaybettirdikleri ve kazandırdıkları, dışladıkları ve besledikleri ile bütünlüğüne kast etmeye fırsat bekleyen dahili ve harici bedbahtların maziden atiye bekleyişlerini, vatanın mukaddes sahibi Türk Milleti boşa çıkaracaktır. Ve bizim milletimiz, vatan için, hürriyet ve egemenliği için fedakâr bir halktır.
Esenlikler dilerim.