Türkiye’yi yasa boğan Maraş depremi 10 il ile birlikte bütün Türkiye’nin ciğerini dağladı. Canlarımızdan can gitti. İnsanın çaresizliğini ve aczini öyle bir hissettik ki, enkaz altında kalan bedenler gibiydik hepimiz. Oysa ateş düştüğü yeri yakar der geçtiğimiz birçok duyarsız davranışımızın aksine yüreklerimize düşen ateşi hissettik bu sefer.
Depremi duyup vahametini anladığımız dakikadan itibaren yerimizde duramaz olduk. Ama insan çaresiz izliyor gelişmeleri. Ekranlara kilitlendikçe ağlamaktan başka bir şey gelmiyor elinizden. İki gün ekranları izledikçe kahrolduk. Deprem bölgesine giden yolların kapalı olduğu haberleri çaresizliği artırıyordu aslında .
Fotoğraf: S. Ali ÜNAL
İkincisi günü Akşam, bölgeye gitmeye karar verdiğimizde karşılaşacağımız olumsuzluklar nedeniyle ev ahalisinin ciddi bir tepkisiyle karşılaşsak da bir dönem mesai arkadaşım foto muhabiri Ali Ünal ile birlikte gitmeye anlaştık. Böylece üçüncüsü günü çaresizliğimizi yollara vurduk iki arkadaş olarak. Ankara’da ağlamaktansa deprem bölgesinde yüzleşmek için çıktık yollara. Eş-dost ve ev ahalisinin bütün uyarılarına rağmen.
Arama-kurtarma için elimizden ne gelirdi bilmiyordum. Çünkü Maraş’a 8-10 saatin sonunda vardığımızda ağır iş makinesiz değil bir canı kurtarmak taşı kaldırma imkânının dahi olmadığı ortadaydı. Hele eğitimli ekip değilseniz hiç faydanız olmayacağını orada anladık. Ama yinede gecenin o saatlerinde o enkazdan öbürüne koşturarak yapılması gerekenleri araştırdık. Elimizden sadece enkaz başında yakınlarının çıkarılmasını çaresizce bekleyenlerin acılarına ortak olmak geldi. Onunda önemli bir iş olduğunu fark ettik orada.
Fotoğraf: S. Ali ÜNAL
Gecenin o saatinde kurtarma ekiplerinin nasıl bir gayretle çabaladıklarını görmek bizim ötemizde enkazdan yakınlarının çıkmasını bekleyenleri dahi nasıl teselli ettiğine şahit olduk.
Uzun yıllardan bu yana ilk kez geldiğimiz Maraş’ı hiç bilmiyorduk. Bu nedenle gecenin o saatinde enkazları ve enkazlardaki kurtarma çalışmalarını gece kararanlığında dolaşmaya başladık. İlk gördüğümüz arama-kurtarma çalışmasında Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin BURULAŞ ekipleri vardı. İki ayrı enkazda onların hummalı çalışmalarını izledik.
Teyzeler vardı sırtlarında battaniyeler soğuktan korunmaya çalışarak yakınlarının enkazdan çıkarılmasını bekliyorlardı. Çıkarılmasını beklediklerinden biri erkek daha deli kanlı ve nişanlıymış. 25 Şubat’ta düğünleri varmış. Teyzem onu anlattı halleşirken.
Fotoğraf: S. Ali ÜNAL
Ardından Azerbaycan Bulvarı üzerinde bir birlerine girmiş enkazlardaki arama-kurtarma çalışmalarına şahit olduk. Ardından Büyükşehir Belediyesinin köşesi boyunca Trabzon Caddesi tarafına geçtik. Yol boyunca Jandarma Arama-kurtarma ekiplerinin çok sayıdaki enkazın başında olduğunu gördük. Aynı zamanda Zonguldak maden işçileri ekiplerini gördük. Gecenin ilerleyen saatlerinde Jandarma Genel Komutanının arama-kurtarma çalışması yapan JAK ekiplerine moral motivasyon vermek için dolaşırken karşılaştık. Çalışmalar hakkında bilgi alıyordu.
Arama kurtarma çalışmalarında sık sık sessizlik çağrısı ve sonrasında ‘Kimse var mı’, ‘Sesimi duyan var mı?” nidaları duyuluyordu gecenin o saatinde.
Maraş’ta Büyükşehir Belediyesinin yanındaki meydanda ambulansların hazır bekletildiği merkez oluşturulmuş. Enkazlarda canlı tespit edilir edilmez ambulans ekiplerine haber veriliyor, hazır halde bekletiliyordu.
Sabaha karşı biraz dinlenelim diye arabamıza geçtik. Yarı uyanık dinlenmeye çalışsak da gecenin soğuğu iliklerimize işledi. Ne battaniyeler, ne de ona göre giydiğimiz kabanlarımız fayda vermedi. Sabah ezanları üzerine uyandık. Yakınımızda bulunan bir enkazdan canlı emaresi haberi geldi. Sabahın seherine 15 yaşındaki Onur Ali’nin kurtarışına şahit olmak günün aydınlığı gibi içimize umut olmuştu.
Fotoğraf: S. Ali ÜNAL
Maraş’taki enkazlardan çıkan canlara sabah ezanları ile şahitlik ettiğimizde diğer çıkanların anlattıkları ile bir şey fark ettim. Dışarıda havanın buz kesmesine rağmen enkazın altında kalanların soğuğa karşı izole ettiğini öğrendik. Bu nedenle enkaz altında yaşam mücadelesi verenlerin bir şekilde hayata tutunacakları umudu doğdu içimde. Bazı uzanmaların insanın şartlar uygun olursa enkaz altında üç haftaya kadar yaşayabileceklerini öğrenince umutlarım arttı. Bunda da yanılmadığımızı depremin üzerinden 13 gün ve 296 saat sonra çıkan canlar teyit etti.
Deprem bölgelerinin büyük çoğunluğunda arama-kurtarma çalışmaları tamamlandı. Fakat Maraş ve Hatay’da devam ediyordu yazıyı kaleme aldığım sırada.
Fotoğraf: S. Ali ÜNAL
Maraş’a vardığımızda gece ancak el yordamı ile gördüğümüz yıkıntıların boyutunu sabah olunca anca anladık. Maraş’ın merkezi sayılacak eni-boyu bir kilometreyi bulmayan asıl felaketin yaşandığı alanlarda enkazları saymak yerine ayakta kalanlar bir elin parmakları gibi kalmıştı. Gündüz gözü ile delibaş koyunlar gibi bir oraya bir bu yana koşturarak afetin boyutunu anlamaya çalıştık. Maraş’ta Ahir Dağı eteklerine yaslanan sırtlardaki binalarda ciddi hasarlar vardı. Fakat yıkılan pek azdı. Ama asıl yıkıntı Büyükşehir Belediyesi merkezli sözünü ettiğim çaptaki bölgede idi. Bütün enkazlar ve can kayıpları . Bu bölge Valiliği de içine alan Bir kilometreye- bir kilometre karelik bir alan. Azerbaycan Bulvarı ve onu kesen caddeler.
Enkaz başında bekleyen insanlarla hasbıhallerimizde bölgenin genel olarak 20-50 yaş grubu yapılardan oluştuğu, bazı binaların mantolamalarla güzelleştirildiğini öğrendim. Arama-kurtarma çalışmaları sırasında yıkılan binaların çoğunun binayı taşıması gereken kolonların nasıl tuzla buz olduklarını, kirişlerin nasıl birleştiğini çok rahatlıkla görüyorsunuz.
Hatta bazı enkazlarda özellikle kirişlerin betonlarının ince kum ile çakılların birbirine karışmadan atıldığı dikkatlerden kaçmıyor.
Maraş’ta en fazla canın gittiği ve yerle bir olan bölge dediğim gibi bir çanak içinde ve Maraş ticaretinin sosyal hayatının döndüğü bölge. Düz bir arazi içinde. Ki bu bölge Maraş Stadını da içinde barındırıyor. Öyle görülüyor ki Ahir Dağı sularının buluştuğu yer altı kaynakları da bu havzada buluşuyor.
Fotoğraf: S. Ali ÜNAL
Maraş’tan sonra gündüz gözü ile Hatay’ı da görelim diye yola koyulduk. Maraş’a en son 2002 seçimleri öncesi gelmiştim. Ondan önce de 1995’ler uğramıştım. O nedenle çok iyi bilmediğim bir şehir.
Bu şehirde birkaç dostla buluşup acılarına ortak olmak istedim. Bu çerçevede bir dönem Milat’ta köşe arkadaşlığı yaptığımız Prof Dr. İsmail Güvenç’le gitmeden önce temas kurdum. Çok şükür kendisinde bir problem yoktu. İsmail hocamı aradım. Telefonlarda problem vardı. İnternetler çekmiyor, sesler ise gelip gitmiyordu. Abisinin bulunduğu enkaza gidiyormuş. Adresi söyledi. Fakat telefon ve konumla ilgili problemi bir türlü hallolmadı. Bu vesile ile İsmail hocamızla bulmak mümkün olmadı. Oradan dediğim gibi Hatay’a geçmek için öğle saatlerinde yola koyulduk. Yolu da bilmediğimizden sadece Hatay tabelalarını izledik. Bu çerçeve de Maraş sanayinin kurulu olduğu ovayı izleyen güzergâhtaki tahribatı kendi gözlerimizle gördük. Önümüze Türkoğlu ilçesi çıktı. Düz bir ovaya kurulu Türkoğlu’nu yol boyunca inceleme imkânımız oldu. Ardından depremin en önemli merkezlerinden Gaziantep’e bağlı Nurdağı ilçesi yolumuzdaymış. İlçe yıkılmış, ağır hazarlı binaların enkazları anayola taşmış. içinde yol boyunca telaşlı kurtarma çalışmaları görülüyordu. Nurdağı’nın da ağırlıklı düz arazide olduğu görülüyordu.
Fotoğraf: S. Ali ÜNAL
Yolumuza devam ederken yine Gaziantep’in İslâhiye ilçesine vardık. Şehir merkezine ayrılan yoldan başlayarak enkazları görmek mümkündü. Hatta çevre yolundan geçmeden gazetecilikten dostumuz Şamil Tayyarı aradım. Arama- kurtarma çalışmaları dolayısıyla büyük bir telaşın içinde olduğunu biliyordum. Geri döndü. İslâhiye’de olduğunu söyledi. İlçede bir mahallede bulunduğunu ifade etti. Bizim yapmamız gereken neler olduğunu sorduk. İhtiyaç varsa şehre girelim dedik. Fakat Maraş’ta olduğu gibi bu aşamada elimizden gelecek bir şey görülmüyordu.
İslâhiye’den sonra Hatay’a bağlı Hassa’ya geldik. Hassa şehir girişi kapatılmıştı. Bu ilçede de yıkıntı ve enkazlar fark ediliyordu.
Yol boyunca fark ettiğimiz şey çok verimli ovalara yaslanmış yemyeşil bir örtüye bürünmüş bölgeler. Hakikaten Maraş’tan Hatay-İskenderun yol ayrımına kadar olan kesim tamamen verimli topraklar, yemyeşil dağlar ve başlarında beyaz örtüler şeklindeydi. Antep’in siyah üzümünün meşhur olduğunu biliriz. Antep karasını da alırız. Fakat bu üzümün İslâhiye ye ait olduğunu yol boyunca uzanan üzüm bağlarından anlıyorsunuz.
Fotoğraf: S. Ali ÜNAL
Aynı zamanda Hassa ve Kırıkhan’a yaklaştıkça üzüm bağlarının zeytin ağaçları ile kaplı tarlalara dönüştüğü görülüyor.
Maraş’tan Adıyaman, Malatya hattına geçmediğimden hem bu yöredeki depremin etkilerini hem de bu yol güzergâhının yapısını göremedim. Bu güzergâhı da inşallah görmek nasip olur. Çünkü çok geniş bir alanı etkileyen depremi ve etkilerinin büyüklüğünü anlamak bakımından önemlidir.
Ama 130-140 km’yi bulan Maraş- Hatay/İskenderun yol ayrımına kadar olan kesimin tabiat olarak muhteşem olduğu görülüyor. Kuşkusuz Maraş-Adıyaman-Malatya güzergâhı da bir başka güzelliğe sahiptir.
Fakat geçtiğimiz yollarda bir başka ayrıntı dikkatimizi çekti. Yollarda her 250-300 metrede bir enlemesine adeta bıçak gibi kesen 5-10 cm’lik yarıklar vardı. Her 10-15 km de ise asfaltta ya büyük yarıklar yâda yüksek dalgalı bölümler vardı. Aynı zamanda ise yol kenarına terk edilmiş araçları gördük. Araçların toz içinde oldukları da dikkat çekiciydi. Bu durum 130-140 km boyunca Maraş’tan Hatay-İskenderun yol ayrımına kadar devam etti.
Bu yol boyunca yerleşim yerlerinin ağırlıklı tarım arazisi vasfında olan alanlara doğru yayıldığına da şahit olduk. Öyle ki tarlaların içlerine yapılmış evlerin neredeyse tamamı hasar almıştı. Bazı manzaralar vardı ki iki ev biri tarla içine yapılmış diğeri hafif kayalık ve kır araziye yapılmış, tarlaya yapılan evde mutlaka bir hasar gözükürken hafif kayalık kır araziye yapılan çoğu yapıda çatlak dahi yoktu.
Yolumuza devam ederken Kırıkhan’a ulaştık. Hatay’ı gündüz gözü ile görme telaşıyla Kırıkhan’ın merkezine girmedik. Çevre yolundan devam ettik. Çevre yoluna bakan kesimlerde çok aşırı bir enkaz görülmüyordu. Kırıkhan’ında düzlük ve tarım arazisine uygun bir alanda kurulu olduğu fark ediliyor.
Fotoğraf: S. Ali ÜNAL
Aslında Kırıkhan’a varmadan Jandarma yolu kesmiş araçları posta posta salıyordu. Bunun nedenini Kırıkhan’ı geçip biraz gittikten sonra anladık. Çünkü duble yolun Hatay yönüne doğru olan bölümü yoğunluktan ilerlemiyordu. Aşağı yukarı 25-30 km’lik yolu 4-4,5 saatte alamadık. Yolun bazı noktalarında karşı şeride geçsek de ilerlemek imkânı bulamadık. Akşam ezanlarına yaklaşırken ancak Hatay-İskenderun yol ayrımına kadar geldik. Yol ayrımına gelirken ise Hatay’a gitmekten vazgeçerek İskenderun’a yönelerek oradaki deprem etkilerini ve devam eden Liman’daki konteynır yangını görelim dedik. Bana eşlik eden arkadaşım-dostum Ali Ünal’ın bölgeyi dronla görüntüleyip inceleyelim istedik. Bu nedenle Hatay yol ayrımından İskenderun yönüne ayrıldık. 4-4,5 saat kaybımıza neden olan trafik yoğunluğunun nedenini o zaman daha iyi anladık. İskenderun Otoyol başlangıcından Hatay’a kadar yollarda yardım araçlarının yoğunluğu fark ediliyordu. İskenderun yönüne yönelmemize rağmen gidiş yönü de ilerlemesine rağmen yok yoğundu. Bu nedenle İskenderun’u da gündüz gözü ile görme imkânı bulamadık. Akşam oldu. Hava karardı.
Fotoğraf: S. Ali ÜNAL
Bu sefer rotamızı Osmaniye’ye yönelttik. Osmaniye’de enkaz kaldırma ve yardımları organize etmek için Balıkesir Valiliği ve Belediye Başkanlığı görevlendirilmişti. Bu nedenle Büyükşehir Belediye Başkanı Yücel Yılmaz’ı aradım. Bulundukları yerin konumunu atmıştı. İskenderun-Osmaniye otobanına girdik. Bol boyunca karartıların arasında Payas, Dörtyol, Erzin’i takip edip Osmaniye yolunu tuttuk. Yolun bir bölümünde viyadüklerin çökmesi nedeniyle tek taraflı geçişe şahit olduk.
Geç saatte de olsa Osmaniye’ye ulaştığımızda Büyükşehir Belediye Başkanı Yücel Yılmaz, Vali ve Gençlik Spor Bakanı’nın bir enkaz başında bir canın kurtuluşuna şahitlik ediyorlardı. Bu sevinç içinde buluştuk Yücel başkanla. Ardından bir başka enkazın başına geçildi. Sonrasında ise gelen yardımların organize edildiği depoları birlikte dolaştık. 4 ayrı büyük depolarda yurdun dört yanından gelen yardımlar ayrıştırılarak istifleniyor ve ihtiyaç olan kalemler sevk ediliyordu.
Her gittiğimiz depolarda hummalı bir çalışma göze çarpıyordu.
Osmaniye’de Maraş ve diğer ilçelerdeki gibi toplu enkaz görmedim. Fakat 15-20 bina veya daha fazla ara ile enkazlar ve kurtarma çalışmaları vardı. Maraş’ın aksine Osmaniye’de eski binaların değil yeni binaların içinden bazıları yıkılmış. Yine ilk defa gittiğim Osmaniye düzlük bir alana yayılmış. Yani mahallelerin yayıldığı alanlar tarım arazisi vasfında.
Fotoğraf: S. Ali ÜNAL
Depremin etkilerini Maraş’tan itibaren Türkoğlu, Nurdağı, İslâhiye, Hassa, Kırıkhan, Osmaniye hattı boyunca gören biri olarak değerlendirecek olursak şu çıkarımları yapmak mümkündür:
Bir kez şunu açıkça söyleyelim; Deprem yangın, sel gibi afetlerden farklı olarak ağırlıklı insana zarar vermektedir. İnsanının haricindeki varlıkların en az zarar gördüğü bir afettir.
İnsana zararı ise yapıların enkaz haline gelmesinden kaynaklanmaktadır. Oysa yangın ve sel gibi afetlerde direk tabiat ve hayvanat zarar görmektedir.
Bu gerçeği öncelikle ortaya koymak lazımdır. Deprem insanın kendi eliyle yaptığı yapıların enkazları ölüme neden olmaktadır.
İşte bu açıdan bakarak gördüklerinizi özetlersek;
Fotoğraf: S. Ali ÜNAL
-Depremin en çok can kaybına neden olduğu alanlar şehirlerin ovaya açıldığı, tarım arazisi vasfındaki bölgeleridir.
-Ağırlıklı yer altı su kaynaklarının eşlik ettiği Maraş’ın merkezi gibi alanlardır.
-Özellikle 20 ve üstü yaştaki yapılar en fazla enkaz ve can kaybının yaşandığı alanlardır.
-Aynı zamanda çok katlı binalardır.
-Şehrin yüksek ve kıraç arazilerine yapılan yapılar en az can kaybı ve enkaza sahiptir.
-Aynı şekilde ovaya yayılan sanayi kuruluşlarında istisnasız olarak zarar görmüş ve işletilemez haldedir.
-Özellikle 1999 depreminden sonra bölgedeki kamu binalarına bakıldığında en az hasarlı yapılar olduğu görülmektedir. Bu nedenle devlet yapılarının depreme karşı gerekli hassasiyeti kendi yapılarında gösterdiği söylenebilir.
-Diğer taraftan TOKİ binalarının hasar görmemesine bakılırsa devlet topluma yönelik konut ihtiyacının giderilmesinde depreme duyarlılığını göstermektedir.
-Fakat belediye denetimi çerçevesinde özel sektörün yürüttüğü yeni veya eski yapılarda 1999 öncesinde olduğu gibi 1999 sonrasında da yeterince tedbir alınmadığı görülmektedir.
-Bir başka açıdan enkaza dönen ve canlara mal olan yapıların zamanında denetlenmemesi, yaşlı binalara mecburi deprem analizi yapılmadığı ortadadır. Her mülk sahibinin canlarını tabuta çevirecek yapıları deprem analizi yaptırmaktan çeşitli nedenlerle kaçınmaları ayrı bir düşülecek nottur.
Fotoğraf: S. Ali ÜNAL
Sıraladığımız bu gözlemler ve değerlendirmeleri toparladığımız zaman karşımıza insan unsurundan kaynaklanan yaşadığımız depremlerin yıkıcılığının sorumluları ortaya çıkmaktadır.
Bu çerçevede;
1-Birinci derecedeki sorumlu Devlet iradesidir. Çünkü devlet öncelikle tarım arazileri ve su kaynaklarına yapılaşmanın kesin kurallarını belirlemek zorundadır. Nasıl ki ormanların korunmasında Anayasal kurallar getirilmiştir. Aynı kuralların tarım arazileri ve imar yapılanmalarına da Anayasal iradenin konulması devlet iradesi şeklinde konulmalıdır.
2-Yasama ve Yürütme erkinin sorumlulukları. Söz konusu erkler devlet iradesinin tezahürüdür. Yasama organı devlet iradesinin yasa koyuculuğu özelliğini taşır.
Yürütme ise konulan yasa ve kuralların uygulayıcı erkidir.
Fotoğraf: S. Ali ÜNAL
Bu çerçevede imar ve yapılaşma kurallarının doğru konulması, doğru uygulanması ve denetlenmesi bu iki erke aittir.
3-Yerel yönetimler ve belediyeler. Yerel yönetimler ve belediyeler imar ve yapılanmayı direk uygulayan ve uygulamaları denetleyen yapılardır. Bugün belediyelerin ruhsatlandırmadığı ne konut, ne de işletme yapılamaz. Yerel yönetimler ve belediyeler bu uygulama ve denetlemeleri konulan devlet iradesi, yasama ve yürütme erkinin ortaya koyduğu kurallara ve çerçeveye göre gerçekleştirmektedir.
Hiçbir belediye devlet iradesinin yasama ve yürütme erkinin koyduğu kurulların çerçevesinin verdiği irade dışında işlem yapamaz.
4-Müteahhitler ve yapıcı üreticileri: Bu çerçevede müteahhitler her ne kadar günümüzde gündemde olsa da ancak kendilerine resmi veya gayri resmi çizilen çerçeve dâhilinde iş yapar. Bu iradeyi aşarak yapılaşma yapamaz. Adına ister istismar isterse kötü niyet densin. Yapılarda yaptıkları kötü imalat belediye bürokrasisinin denetim yetersizliği ve yasa koyucunun yanlış yorumlamaya meydan veren hükümlerini çerçevededir.
5-Mülk sahipleri ve mülk kullanıcıları. Bu kesimin sorumluluğu kullanım aşamasında başlamaktadır. Yaptırdığı mülkü veya kullandığı mülkün sağlamlığı, depreme dayanıklılığını bir şekilde test etmesi kaçınılmazdır. Canını emanet ettiği yapının kendisine tabut mu yoksa huzur ortamı mı olduğunu sorgulamak zorundadır. Hele bütün hayatının birikimini bağladığı mülkünün sorgusundan kaçması felaketi olur.
Fotoğraf: S. Ali ÜNAL
Kısaca depremin sorumluluk silsilesi:
1-Devlet
2-Yasama ve Yürütme
3-Yerel yönetimler ve Belediyeler
4-Müteahhitler
5-Mülk sahipleri
Şeklindedir.
Fotoğraf: S. Ali ÜNAL