Yıl 1965…
Artvin’in Şavşat ilçesine bağlı Pınarlı Köyü’nde…
Yeşilin binbir tonuna bürünmüş dağların koynunda, ahşap bir evin sıcaklığında, sobanın cızırtısında bir bebek dünyaya gözlerini açtı…
Şavşat’ın doğasının şefkatli kucağında büyüyecek, o yeşilliğin, o sadeliğin, o çalışkanlığın izlerini ömrü boyunca taşıyacaktı…
Adı Durmuş.
Durmuş Aydın…
Ama durmayan, durmayı bilmeyen bir adam.
Çünkü o çocuk, daha küçük yaşta öğrenmişti mücadeleyi.
Şavşat’ın sarp dağlarından, buz gibi derelerinden, taşlı tarlalarından çıkıp hayata tutunmak kolay mıydı?
O topraklar, sıradan bir coğrafya değildi…
Fakir Baykurt’un, Yılanların Öcü romanını yazdığı topraklardı oralar.
Öğretmenlik yaptığı yıllarda, köy köy dolaşırken yazmıştı o kitabı.
Ve ne diyordu o satırlarda:
“İnsan, insanın kurdudur.”
Ama Durmuş Aydın, o kurda yem olmamak için hayata dört elle sarılanlardan oldu.
Kimseye diyet borcu olmadan, başı dik, alnı açık, nasırlı elleriyle yürüdü yolunu.
Bir gün göç yolu açıldı.
İnegöl’e geldi.
Cebinde harçlığı yok, elinde bavulu yok, omzunda bir çanta…
İnegöl’de, Tekel Kibrit Fabrikası’nda işçi olarak başladı hayata.
Ellerini nasır tuttu, elleri yandı, elleri karardı…
Ama o eller, bir yandan da kitap tuttu.
Çünkü o, sadece karnını doyurmakla yetinmek istemedi.
Bir yandan çalıştı, bir yandan okudu.
Zorlu bir mücadeleyle, üniversiteyi de bitirdi.
Diplomasını cebine koyduğunda, alnındaki ter henüz kurumamıştı.
Bir yanda fabrika vardiyası, bir yanda kitap kokusu…
Sabah mesaide, akşam derste…
Adalet için, ekmek için, insan onuru için…
Ve bir gün…
Sınavlar açıldı, başvurdu, kazandı.
Memuriyete adım attı.
Nerede mi?
İşçi olarak nasırlı elleriyle çalıştığı o Tekel Kibrit Fabrikası’nda…
Bu kez, bir devlet memuru olarak.
Aynı fabrikanın, aynı masasında…
Ama bu kez masanın diğer tarafında…
Hayalleri büyüktü.
Alanyurt Belde Belediyesi başkanı olmak istedi.
Ama olmadı…
Çünkü Alanyurt, İnegöl’e bağlandı.
Hayali suya düştü.
Yeniden toplandı, yeniden çalıştı.
Bu kez Yenice Belde Belediyesi’nde başkan yardımcısı oldu.
Orası da kapandı.
İnegöl Belediyesi’ne Başkan Yardımcısı olarak geçti.
Ama içinde hep bir memleket sevdası vardı.
Bir gün dedi ki:
“Ben Şavşat’a bir Şavşat Evi kazandıracağım.”
İnegöl’de Şavşatlılar Derneği’nin başkanı oldu.
Projeyi hayata geçirdi.
Bir taşla iki kuş vurdu:
Hem memleketinin kültürünü yaşattı, hem gurbetteki Şavşatlılara umut oldu.
Ve bir gün, AK Parti Genel Merkezi aradı…
“Durmuş Bey, memlekete dön, Şavşat’a aday ol.”
O an…
Bir an durdu.
Yıllardır CHP’nin kalesi olan Şavşat’ta, bir ülkücü kökenli bir aday, hem de AK Parti’nin adayı olarak ne yapabilirdi ki?
Zaten Şavşat’ta aday adayları çıkmıştı, temayül yoklamaları tamamlanmıştı, listede adı bile yoktu.
Ama…
Hayat bazen hesap kitap bilmez.
Bazen bir kibrit çöpüyle başlar yangın.
Durmuş Aydın, AK Parti’nin adayı olarak sahaya indi.
Kapı kapı dolaştı, el sıkmadık kimse bırakmadı.
Projelerini anlattı.
“Şavşat’ın yıllardır çözülmeyen altyapı sorunlarını çözeceğim” dedi.
“Asfaltı, kaldırımı, yolu, suyu, kanalizasyonu, hepsini yapacağım” dedi.
“Ankara’yla güçlü bağlar kuracağım, yatırım getireceğim” dedi.
Ve 31 Mart 2024…
Sandıklar açıldı.
Şavşat halkı, “Durmuş Aydın” dedi.
Yüzde 49,42 oyla seçildi.
Bugün 31 Mayıs 2025…
Tam 1 yıl 2 ay geçti.
Yani 427 gün, 10 bin 248 saat.
Durmuş Aydın, bu sürede Şavşat’ta yılların kangren olmuş sorunlarına neşter vurdu.
Altyapı, üstyapı, yollar, kaldırımlar…
Birbirini kovalayan projeler…
Ankara’dan yatırım çekmek için canını dişine taktı.
Şavşat’ı, sadece memleketi olduğu için değil, bir insan sevdam dediği için dönüştürdü.
Bir halk ozanının dediği gibi:
“Bir memleket, insanın yüreğine sığar mı? Sığar… Durmuş’unki sığdı.”
Ve bir kamuoyu araştırması…
Seçimde aldığı oy oranı mı? Yüzde 49,42.
Peki, bugün memnuniyet oranı kaç çıktı dersiniz?
Yüzde 60’ın üzerinde.
Aldığı oyun en az 10 puan üzerine çıkmış bir destek var arkasında.
Durmuş Aydın…
Bir kibrit fabrikasında yanan elleriyle, bir ilçenin umut ışığını yakan adam…
Şavşat’ın Durmuş’u…
Kim bilir…
Bir gün o topraklarda heykeli dikilir mi bilinmez ama…
Adı, Şavşat’ın kaldırımlarında, asfaltında, yol taşlarında, bir de halkının yüreğinde hep yazılı kalacak.
Ve belki bir gün, bir çocuk okul sıralarında Fakir Baykurt’un o satırlarını okurken, Durmuş Aydın’ın hikâyesini de duyacak:
“İnsan, insanın umudu olur.”