Yoğun stres yaşadığımız korona virüs salgını nedeniyle evlerimize kapandığımız şu günlerde, bol bol düşünmeye fırsatımız oldu.
Yaşadığımız hayatı sorguladık, insanlık olarak hatalarımızı görmeye çalıştık. Sonra da doğanın kendini yenilenmesine sevindik.
Öyle ya, insan evlerine çekilince, doğa nasıl da gerçek sahiplerine kaldı. Artık kuşlar özgürce kanat çırpıyor, yaban hayvanları ormanlarda özgürce geziyorlar.
Ayrıca yoğun bir koşuşturma içinde geçen ömrümüz şu sıralarda nasılda sakinleşti. Ben bize bir anlamda bahşedilen bu zamanın, kendimizi geliştirmek için bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Eğer bu süreci doğru değerlendirebilirsek, ardından başlayacak olan gelişimin önünde hiç kimse duramaz.
***
Bugün ki yazımda iki kurum ile ilgili düşüncelerimi ve eleştirilerimi paylaşmak istiyorum.
Önce her zaman ki gibi Milli Eğitim diyeceğim ve beraberinde biraz da Diyanet Kurumu ile ilgili düşüncelerimi yazacağım.
Yıllarca eğitimin farklı alanlarında yer aldım. Halk Eğitim Merkezi’nde usta öğretici oldum. Yüksekokulda öğrenci işlerinde memur olarak çalıştım. Bununla yetinmeyip gönüllü işler yaptım. Yıllarca sınıf annesi oldum, okul aile birliğinde yer aldım. On yılı aşkın süredir de Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nda (TEGV) gönüllü olarak ilkokul öğrencilerine eğitim desteği veriyorum. Kısacası eğitim benim ikinci sıcak evim oldu.
Bu süreçte cevap bulamadığım bir soru var. Camilerde yardım kutuları açılıp her fırsatta bağış toplamak serbesttir. İhtiyaçtan çok cami yapılmakta. Ama okulların bağış toplaması yasak.
Neden?
Okullarımızda hijyen malzemeleri olması çocuklarımızın sağlığı için çok önemlidir. Okulların hademe ve güvenlik personeline de ihtiyacı var. Devletimiz bu eksikleri tamamen gideremiyor. Veliler ve okul idareleri ise bağış toplayamıyorlar.
İyi de bağışların önü neden kesiliyor?
Bu konuda okul müdürlerinin eli kolu bağlı kalıyor. Tabii ki bu parayı ödememek için şikâyette bulunan, “Bütün bunlar devletin görevi” diye evladının eğitim gördüğü okula sırtını dönen velilere serzenişim var.
Bir şeyleri yanlış yapıyoruz dostlar. Bazen çok duygusal davranıyoruz ve adaletimiz şaşıyor.
Kayıt parası olmalı, okul seçilebilmeli, hatta özellikle ilkokul birinci sınıfa başlarken öğretmende seçilebilmeli. Bu seçimin bir bedeli olmalı ve o bedeller yine eğitim kurumu için harcanmalı. Tabii ki makul olmalı ve ödeyemeyecek aile çocuklarına o sınıflar içinde mutlaka kontenjan açılmalı.
***
Camilerimiz bizim en büyük değerlerimizden biridir. İşimiz gereği eşimle çok sık seyahat ederiz. Böylelikle kıldığımız vakit namazları sırasında birçok ilde farklı, farklı camilere görme şansımız oldu. Büyük çoğunluğunun tertemiz olması ve sıcaklığı beni mutlu etti. Fakat ben camilerimizin yeterince doğru değerlendirilemediğini düşünüyorum. Cuma günleri ve Ramazan ayları dışında dolmuyorlar.
Zannımca mahallesiyle kaynaşan her yaş grubunu farklı etkinliklerle camiye çeken idealist hocalarımızın sayısı çok az maalesef. Bir cami hocası insanın iman yaşamında çok önemli. İslam’ı sevdirende, İslam’dan kopmaya yol açanda hocalarımız oluyor çoğunlukla.
***
Koronavirüs salgını nedeniyle camilerimiz ne yazık ki kapatılmak zorunda kaldı. Böyle bir dönem de hocalarımızın büyük çoğunluğunun yetersiz kaldığını düşünüyorum. Nice genç, idealist, topluma hitap yeteneği çok güçlü hocalarımız var. Ama Cuma namazlarımızın kılınamadığı bu günlerde bir hocamızın sosyal medyadan cemaatine ulaşmak için çaba harcadıklarına şahit olamadım.
***
Bu arada şu tespitimi de aktarmak istiyorum. Yıllarca yaptığımız yanlışlardan biri, Kur’an-ı Kerim’i sadece Arapça okuyup dinlememizdir.
“Kur’an-ı Kerim bize ne söylüyor?” diye hiç merak etmedik. O’nu hep Arapça okuduk ve dinledik.
Hayatta iken anlamak yerine ölenlerin arkasından okuduk.
Kur’an-ı Kerim’in Allah tarafından, diriler okuyup anlasın ve uygulasın diye indirilmiş bir mesaj olduğu gerçeğini görmezden geldik.