Köy Enstitüleri eğitim hayatımızın başlangıç noktası ve bugün bile unutulmayan en parlak dönemidir. Belki birçok kişi, “Aradan seksen yıl geçti, bugün ile kıyaslanamaz” diye düşünebilir. Fakat geçmişini doğru anlamayanlar, geleceğine güzel yön çizemezler.
Köy Enstitülerini anlamak; eğitimde bugün gelmiş olduğumuz noktada, karşımıza çıkan sorunların çözümü için yol gösterici olacaktır.
Eğitimle ilgili yazılarımda bugüne kadar, değerli öğretmen arkadaşlarım ve eğitimci büyüklerim bana yol gösterici oldular. Bir süredir Köy Enstitülerini doğru anlayabilmek için araştırma yapıyorum. Yine bir gün, oğlumun ilkokul öğretmeni Adnan Özdemir hocam ile eğitim ve Köy Enstitüleri ile ilgili sohbet ediyorduk. Adnan hocam, günümüzde Köy Enstitüsü’nde eğitim gören öğretmenlerin çok azaldığını ve yaşayan bir iki hocamızın da ilerleyen yaşları nedeniyle sağlıklı bilgi veremeyeceğini söyleyerek, bu dönemi anı haline getiren Nazif Evren’in yazdığı kitaptan yaptığı alıntıları bana verdi. Köy Enstitülerini anlamanın en iyi yolunun o günleri yaşayan birinin anılarını paylaşmak olduğunu düşünerek, bu yazıyı hazırladım. Nazif Evrenin anılarına hürmet ederek, orijinal haliyle kendimce önemli gördüğüm kısımları aktararak başlıyorum:
***
1926 yılında Kayseri ve Denizli’de üç sınıflı birer köy öğretmen okulu açıldı. Bu okulların köy eğitimine gerekli yararı sağlayamayacağı anlaşılınca kapatıldı. Ancak köy eğitimi sorunu güncelliğini ve önemini koruduğu için 1937-1939 yılları arasında 4 tane köy okulu açıldı. Bunlar 17 Nisan 1940’da kabul edilen 3803 sayılı yasaya göre Köy Enstitülerine dönüştürüldü. Amaç 20 yıl içinde köylerin hepsini daha pratik ve etkin yollarla okula kavuşturmak ve top yekûn millet kalkınması sağlamaktı. Yasasında köy öğretmeni ve köyüne faydalı olabilecek meslek insanı yetiştirmekti. Bu Köy Enstitülerine köy okulunu bitirmiş yetenekli çocuklar alınıyordu. Bölgelere göre kurulmuş olan Köy Enstitüleri’nin bölgelerinde, 5 sınıflı köy okulu bulunmuyorsa, Enstitü’ye eğitmenlik okullarından çıkışlı çocuklar da alınmış, onlar bir hazırlık sınıfında devamlı ve sıkı bir eğitime tabi tutularak Enstitü sınıflarına yerleştirilmiştir. O yıllar da Van, Bitlis, Diyarbakır, Mardin, Hakkâri illerinin köylerinde 5 sınıflı ilkokul bulmak olanaksızdı. Bu sebeple Dicle Köy Enstitülerine başvururlardı.
Köy Enstitüleri yatılı ve 5 yıllık bir eğitim süresiydi. Yılda öğretim 10.5 ay olup öğrenciler her yıl 1.5 ay köylerine izinli gönderilirlerdi. Bu izinleri sırasında öğrenciler, köylerinin her şeyini inceler ve yıldan yıla genişleyen “Köy dosyaları” hazırlarlardı.
Öğrenciler; tarlalarında buğdaylarını, bahçelerinde sebzelerini, ahırda ineklerini kendileri yetiştirirlerdi. Sütlerini kendileri işler, yoğurtlarını, peynirlerini kendileri yaparlardı. Elektriklerini kendileri üretir, sularını kendi olanaklarıyla sağlarlardı.
Buna örnek; Eskişehir Çifteler köy Enstitüsü’nde elektrik, Seydisuyu’nun bir türbüne sevkiyle sağlanmıştı. Gene bu suyla iki taşlı değirmen döndürülmüş Enstitü’nün ve köyün buğdayını öğüterek gelir sağlanmıştır. Aynı su ile bahçe sulanmış meyve ve sebze yetiştirilmiştir. Ekmeğin 100 gramının vesika ile verildiği 2. Dünya Savaşı döneminde, bu enstitüde 300 ton buğday üretilmiştir. Hatta Eskişehir Valisi öğrenciye doyasıya ekmek verilmemesi ve 100 gram ile yetinilmesi konusunda Enstitü yönetimine baskı yapmış, tartışmalar olmuştur. Gene bu Enstitü’de bir yılda 3 ton tarhana yapılarak öğrencilerin kışlık yiyecekleri hazırlanmıştır. Başka Enstitülerde de benzer ürünler vardır.
Köy Enstitülerinde karma öğrenim yapılır, kız ve erkek öğrenciler aynı sınıfta ders görürlerdi. Bu kurumlarda tam bir iş ve üretici eğitim egemendi. Bunu; üretici, sanat, toplum, düşün, kişilik, temizlik, demokratik eğitim olarak özetleyebiliriz.
Köy Enstitüleri yöneticileri o dönemde köy gerçeğini bilen, köyün kalkınmasına yürekten inanan milli eğitim müdürü ve ilköğretim müfettişlerinden seçilirdi. Enstitü’ de öğretmenler daima öğrencilerle beraber olurlar. Derslikte beraber, radyo dinlerken beraber, eğlencede, milli oyunlarda beraberdiler. Bu beraberliğin gecesi gündüzü yoktu. Uyku saati en aza indirilmişti. Öğrenciler boş vakitlerini okuma, bisiklete binme, radyo dinleme, resim yapma, müzik aleti çalma, milli oyunlar oynama gibi etkinliklerle doldururlardı.
Bugünkü milli oyunların çoğunun kaynağı Köy Enstitüleriydi. Her cumartesi günü tüm öğrencilerce zeybek oynanır, halay çekilirdi. Enstitünün idaresi öğrencinin elindeydi. Bütün öğrencilerin oylarıyla son sınıflardan başkan seçilir. Bu başkan da çalışacağı arkadaşlarını seçer. O dönemde bütün işlerden o sorumlu olurdu. Her hafta bir sınıf iş sınıfı olur; okulun bahçe, santral, işlikler, mutfak, atölye, yatakhane gibi yerlerdeki tüm işleri o çocuklar yaparlardı.
Hafta sonunda bütün öğrenciler huzurunda görülen işlerin iyi ve aksak yönleri konuşulur. Hatalı görülen öğrenci, öğretmen, usta öğretici, muavin, eğitim başı gibi o hafta sorumluluk sahibi herkes eleştirilir, onlarda kendisini savunurdu. En küçük sınıfın, en küçük öğrencisi bile Enstitü müdürünün yanlış gördüğü bir tutumdan ötürü eleştirir, müdür de bu eleştiriler karşısında savunmasını yapardı. İşte demokratik eğitim bu idi…
46 haftalık çalışma süresinin yarısını teorik dersler, yarısını da tarım, yönetim, sanat ve yapı işleri alırdı. Bazı Köy Enstitüleri’nde dersler haftalık olarak işlenirdi.
***
Burada köşemize kısa bir ara verelim. Haftaya, yazımıza devam edeceğiz.