2020 yılına girdiğimiz ilk günlerden itibaren türlü felaketlerle sınanıyoruz. Depremler, çığ felaketi, şehit haberleri, Sabiha Gökçen Havalimanındaki uçak kazası, mülteci sorunu ve korona virüs salgını.
Daha da, neler göreceğiz kim bilir?
Bugün korona virüsü ile ilgili herkesin farklı bir düşüncesi ve kaygıları var.
Korona virüsü, artan insan popülâsyonunu azaltmaya yönelik birileri tarafından uygulanmaya koyulmuş kırım tedbiri mi?
Ya da, ülkeler arasındaki ekonomik dengeleri değiştirmeye yönelik bir biyolojik savaş mı? Yoksa doğanın intikamı mı?
Bilemiyorum.
Ama bildiğim bir şey var, insanoğlu çok şımardı ve biz maalesef bu başımıza gelenleri hak ettik.
Çok uzağa gitmeyelim yanı başımızdan başlayalım;
Yeşil Bursa’mızın tüketilmiş yeşilinden. Bursa Mudanya’da deniz manzaralı güzelim zeytinliklerin nasıl da acımasızca katledildiği ve beton binalara dönüştüğünü gördük.
Çağrışan’daki caanım zeytinliklerin, nasıl cayır cayır yandığına şahit olduk. Binlerce canlının yanarken çıkardığı feryatları ise hiiç duymadık.
Şehirlerimizde yükselen devasa binalar ile rüzgârlarımızın önünü kestik. Hızla tükettiğimiz su kaynaklarımız, yok ettiğimiz ormanlarımız, hızla çoğalan betonlaşmamız ile artık oksijen alamaz duruma geldik.
Tüm bu vahşetler ne için? Birkaç müteahhidin cebi para dolsun, birkaç aile gösterişli evlerinde, villalarında lüks içinde yaşasın diye mi?
Diğer yandan da emperyalist ülkeler, doymak bilmeyen iştahları ile küçük ülkelerde iç savaşlar çıkardılar.
Devler pastadan paylarını alırken, binlerce insan mülteci durumuna düştü.
Peki, biz ne yaptık?
Onları mülteci durumuna koyan ülkelere kızmak yerine, çaresiz mültecilere kızdık. Ülkemizde olmalarından dolayı öfke kustuk O’nlara. Malları mülkleri yok olan binlerce mülteci, kurtuluşu başka ülkelerde ararken; dışlandı, itildi, yıprandı. Bir gün, Aylan bebeğin kıyıya vurmuş naaşıyla tüm dünya ürperdi. Sağırlaşmış vicdanlar sızladı ama yine unuttuk. Zalimler zulmünde devam ettiler.
Soruyorum size, “Kim neden günlerce gecenin karanlığında, ayazında, silah seslerine rağmen bir bilinmezliğe gitmeye çalışır ki?”
***
Şimdi de sıra doğada. Doğa, kaybettiğini her zaman geri alır.
***
“Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” derler. Zulüm tavan yapınca, mazlumların ahı da karşılıksız kalmıyor. Tarih tekerrürden ibarettir. Yüzyıllar boyunca birçok kavim çeşitli sebeplerden son bulmuştur. Ad, Semud, Şuayb, Seb, Lut kavimlerinin helakı, Nuh tufanı, Firavun ve Nemrut’un başına gelenler, fil ordusunun helâkı…
Bu gün yaşananlar da bizim sınavımız.
Belki de, kendimizi sorgulamamız için bize sunulan bir şans...