Bilenler biliyor ama kimilerinin işine gelmiyor.
Ziyanı yok biz bir daha anlatalım.
Türkiye’de eskiden karanlık bir dönem vardı.
28 Şubat süreci dönen o dönemde ülkeyi siyasetçiler değil üst aklı yönetiyordu.
Nasıl mı?
Anlatayım.
Hürriyet Gazetesi Yazarı Fatih Çekirge dün, eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz vefat ettiğinde bir anısını anlatırken itiraf ediverdi.
İbretlik olduğu için virgülüne dokunmadan aktarayım:
“Mesut Bey ile o kadar çok anımız var ki. Böyle ölümlerden sonra anı tazelemeyi hiç sevmiyorum. Aklıma Başbakan iken cinnah caddesindeki Dışişleri Bakanlığı konutundaki günleri geliyor.
O zaman Ankara temsilcisiyim. Siyaset trafiği her zamanki gibi karışık. Randevu alıyorum, Dışişleri konutuna geçiyorum. Hem özel kalemi, hem dostu olan arkadaşım Sema ile bir kahve içiyoruz: "Nasıl havası" diye soruyorum.
Sema gülümseyerek, "Tabi ki sana bağlı" diyor. (!) Elbette kafamda birkaç manşet adayı var. (!) İçeri giriyorum, Mesut Bey her zamanki gibi ağızlığına bir sigara takıyor. Oturuyoruz.
Televizyonda haberler var, bir süre izliyor, sonra kapatıyor. Dönüp bana bakıyor, öylece susuyor. "Nasılsınız efendim?" diyorum, yine bir sessizlik. Tabi insan ne diyeceğini bilemiyor. Karşısında bir Başbakan susuyor.
Belki de ilk defa hayatımda böyle sessiz bir röportaj yapmıştım. Çaylar tazelendikten sonra Mesut Bey şöyle diyor. "Fatih şimdi ben ne desem sen kafandaki birkaç manşet adayına çekeceksin beni. En iyisi sen söyle bakalım ne diyorsun?" (!) Gülüyoruz. Gerçekten de o sıralar bir yandan parti içindeki muhalefetle uğraşıyordu.
Yakında bir kongre vardı, Yıldırım Akbulut'un hakkında fıkralar anlatılıyordu. Bunu bildiği için Mesut Bey bir satranç ustası olarak susmuş ve bana hayatımdaki ilk sessiz röportajı vermişti.
"Peki Mesut Bey bundan sonra soru yok" diyerek ayrılmıştım. Allah rahmet eylesin, sessiz bir melek olarak tanıdığım Berna Hanım'a sabırlar dilerim.”
Mesut Yılmaz’a Allah rahmet eylesin.
Hemen belirteyim, aradaki kırmızı ünlemler bana ait.
O günleri anlatan ibretlik kısımlar buralar zira.
Türkiye’nin bir dönemine ışık tutacak bir anı bu aslında.
Zira Türkiye o yıllarda gazete manşetleri ile yönetiliyordu.
Dönemin üst aklı, gazete manşetleri ile iktidara akıl verirdi.
Ülkeyi kendi istedikleri gibi şekillendirirlerdi.
Siyasetçiler medya temsilcilerinden öcü gibi korkardı.
O dönemde, medya patronları evinde pijama ile Başbakan karşılardı.
Karanlık günlerdi.
Şükür geçti.
***
O günler geçti geçmesine de, o günleri özleyenler bitip tükenmediler.
Türkiye’nin hâlâ aynı Türkiye olduğunu zannedenler var.
Mesela şu sıralarda, Bursa’da aynı usulleri kullanıp sonuç almaya kalkan birkaç küçük akıllı türedi.
Hasbelkader buldukları köşelerden Bursa siyasetine yön vermeye kalkıyorlar.
Bir gün Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ı, ertesi gün AK Parti İl Başkanı Ayhan Salman’ı hedef tahtasına koyuyorlar.
Lakin hep kurusıkı atıyorlar.
Boş teneke gibi bolca gürültü çıkarıp, kafa ütülüyorlar.
Delil yok, belge yok üfürüp duruyorlar.
Ertesi günde güya düzeltme yapıyorlar.
Benim mesnetsiz atıp tutanlara söyleyecek lafım yok.
Söylesem de anlamazlar.
Anlasalar da işlerine gelmez.
Sözüm bunlardan medet umanlara.
Bunların kendilerine faydası yok ki, size ne faydaları olacak?
***
Yeri gelmişken bir kez daha hatırlatayım.
AK Parti gazete manşetleri, köşe yazıları ve sosyal medya paylaşımları ile yönetilmez.
Kendi içinde güçlü karar mekanizmaları vardır.
Tüm kararlar yoğun istişareler ile alınır ve öyle uygulanır.
Hele Bursa gibi, şu an için AK Parti açısından en önemli kent ile ilgili kararlar doğrudan en tepeden alınır.
O en tepe noktasının kim olduğunu söylemem gerek yok diye düşünüyorum
Çünkü lafın tamamı aptala söylenir.
O tepe noktanın, kimlerin, kimlere ne yaptırdığını bildiğini de söylememe gerek.
Bu yapılanlar olsa olsa henüz çok genç olanları bir süre duraklatır.
Başka da bir işe yaramaz.
Neyse anlayan anladı.
Anlamayanlar alanlara da anlayanlara soruversin.