Yine ne İdlip’i, ne Rusya ile yaptığımız anlaşmayı, ne de Suriye’deki sıcak gelişmeleri yazmayacağım. Çünkü bilende bilmeyende anlatıyor zaten.
Ne Yazık ki; Ortadoğu’da yaşanan olaylara genel olarak bakışımız, popüler gündemin dışına bir türlü çıkmıyor. Olaylara konforumuz üzerinden bakıyoruz. Mehmetçiğimiz destanlar yazarken, bizler içerde mütareke dönemi İstanbul aydını gibi havanda su dövüyoruz.
Ne gücümüzün, ne de zaaflarımızın farkındayız.
Eğer;
ABD, CIA'nın ana merkezini; İngiltere, MI6’nın beyin takımını; Rusya KGB’ nin bütün kadrosunu; MOSSAD, bütün varlığını; Suriye, Muhaberatını olduğu gibi Türkiye’ye taşısalardı bile, kendi içimizde estirdiğimiz kadar olumsuz algıyı oluşturamazlardı.
İyi-kötü hiçbir gelişmeyi beğenmeyen, her durumu tersine gören çok enteresan bir zihin yapısı oluştu. Daha önce buna, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a duyulan kin ve nefretin gözleri kör etmesi olarak bakıyordum. Ama yanılıyorum galiba. Bu durum daha farklı bir hastalığa işaret ediyor. İşte bu noktada bu hastalığı doğru teşhis etmek gerekiyor.
Aslında bu durumu garipsemem gerekiyor. Çünkü 35 yıl önce neden gazetecilik okumayı seçtiğimde saklı yaşananları anlamamı sağlayacak şifre. İşte bizimde hastalığımız bu; niye gazeteci olduğumuzu unutmak.
Bugün hem Türkiye’de hem de Ortadoğu coğrafyasında yaşananları anlamanın tek yolu vardır; tarihi doğru okumak. Ama sadece savaşlardan ibaret olanı değil. 10 bin yılları aşan gerçekleri ile bölge tarihini. Medeniyetlerin doğduğu, medeniyetlerin yıkıldığı, milletlerin doğup-öldüğü, dinlerin filizlendiği ve yayıldığı tarihi. Kavimler tarihini, Nuh tufanını, Hz İbrahim devrini, Babil’i, Babil’den sürülenleri, Roma’yı, Helen’i, Pers İmparatorluğunu, Sümerleri, Etileri. Hepsinden önemlisi de Yahudiliği, Hıristiyanlığı ve İslam tarihini. Türklerin İslami kabulünün tarihini. Her şeyden önce bir Moğolların Ortadoğu istilasının alt yapısını Vatikan’la işbirliğini, Fatımileri, Haşhaşileri, bugğnkü devamları ve Haçlılarla işbirliklerinin tarihini. Bizi yakından ilgilendiren Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun doğuş, yükseliş ve yıkılışının tarihini. Tüm bunların Ortadoğu zeminindeki yansımalarını bilmeden yaşananları anlamak mümkün değildir.
Yaşananlar karşısında tam bir kısır döngüye kapılmış durumdayız. Kısır döngüden çıkmanın tek yolu, coğrafi konumu, tarihi geçmişi, kültürel kodları, kavim hareketleri ile Ortadoğu’yu düzgün okumaktır. Ortadoğu’nun kodlarını doğru çözmedikçe, yaşananlara seyirci kalmaya “Ne işimiz var?” demeye devam ederiz. Unutmayın Ortadoğu’da; ya oyunda olursun, yada yok olursun. Ortadoğu oyunu seyircisiz onanır.
Kısaca ya Ortadoğu tarihini düzgün okuyacağız ya da o tarih bizim canımıza okuyacak.
Kalın sağlıcakla.