İnsan doğar, büyür ve ölür. Fakat bazı insanlar eserleriyle ölümsüzleşir. Öğretmenin eseri, ölümsüz eserler bırakabilecek insanları yetiştirmektir.
Eğitim sistemimizin en önemli belirleyicisi öğretmenlerdir. Peki, öğretmenlerimiz nasıl yetiştirildi?
Şöyle bir geçmişimize dönelim;
Tanzimat döneminde Rüştiyelilere öğretmen yetiştirmek için 16 Mart 1848 ‘de Darül-Muallim kuruldu. Darül-Muallim zamanla gelişerek ilk, orta, liselere öğretmen yetiştirdi. Cumhuriyet dönemine kadar yapı sık sık değişti.
1926 yılında kabul edilen 789 sayılı “Maarif Teşkilatı” kanunu ile “İlk Muallim
Mektepleri” ve “Köy Muallim Mektepleri” olarak iki tür öğretmen okullarına dönüştü.
1937’de köylerde okuma, yazma eğitiminin sürdürülmesi ve tarıma destek verilmesi amacıyla eğitmen yetiştirildi. Genelde Tarım Bakanlığına bağlı çiftliklerde çalışanlar, askerliğini çavuş olarak yapmış ilkokul mezunu erkekler ve sonra ilkokul mezunu kadınlar kurslara alındılar. Bu kursları bitirdikten sonra köylere görevlendirildiler. 1937-1946 yılları arasında 8 binin üzerinde eğitmen yetiştirilerek köylerdeki çocuklara eğitim ve öğretim verdiler. O dönemin koşullarında nitelikli ve donanımlı yetişmiş öğretmenler, okullarında başarılı bulunmuş metotları uyguladılar. Köy enstitülerin de uygulanan metotlar eğitim, öğretim ve üretim üzerineydi.
1973 yılında temel eğitim 8 yıla çıkarıldı.1739 sayılı kanunla “Hangi öğretim kademesinde olursa olsun, öğretmen adaylarının yükseköğrenim görmeleri esastır.” Hükmüyle eğitim orta öğretimden yükseköğretime yükseltildi.
1974 yılında ilköğretim okullarının bir kısmı “Öğretmen liselerine” diğerleri de iki yıllık “Eğitim Enstitüsüne” dönüştürüldü.
1977-1980 yıllarında 4 ayda hızlandırılmış eğitim adı altında öğretmen diploması verildi. Dönemin meşhur sözü “4 ayda kabak yetiştirilemezken biz öğretmen yetiştirdik.” Bu gün eğitimde yaşamış olduğumuz sıkıntıların bir kısmı, geçmişte yaptığımız ve halen devam eden hataların ürünüdür.
1982 yılında 41 sayılı kanun hükmünde kararname ile Eğitim Enstitüleri “Eğitim Yüksekokulu” adıyla üniversitelere devredildi. Yeni düzenleme ile bu kurumları siyasi etki alanının dışına çıkarmak, akademik kariyere sahip öğretim kadrosuna ulaşmak gibi gelişmeler sağlandı. Ancak üniversitelerin bu dönemde yeterli tecrübesinin olmaması, Milli eğitim bakanlığı ile kurumsal işbirliği sağlanamaması gibi sorunlarla karşılaşıldı.
1992’ den itibaren Eğitim Yüksek Okulları 4 yıla çıkarıldı.
1996 yılında bakanlık öğretmen açığını kapatmak üzere işletme, ziraat fakültesi gibi değişik branşlardan fakülte mezunlarını sınıf öğretmeni yaptı. Bu da yıllarca eleştirilen konu oldu.
Bugün geldiğimiz nokta da ihtiyaç olmadığı halde, yeterli fiziki koşullar sağlanmadan ve yeterli sayıda öğretim görevlisi yetiştirilmeden yeni eğitim fakülteleri açılmakta ve kapasitesinin üzerinde öğrenci almaktadır. Türkiye de her ilde ve birçok ilçede mantar gibi fakülteler üremiştir. Bu fakülteler de İhtiyaç fazlası öğrenci mezun edilmektedir. Ne yazık ki yeterli istatistiki araştırma yapılmadığı için birçok eğitim fakültesi mezunu genç kardeşimiz farklı mesleklere yönelmek zorunda kalmıştır.
Emeklilik yaşının yükseltilmesi ve emekliliği hak eden öğretmenlerimizin maddi kaygılar nedeniyle emekli olmaması da maalesef ki idealist genç öğretmen adayı arkadaşlarımızın önünde ki büyük engel. Türkiye de bugün eğitim fakültesi mezunlarının önemli kısmı istihdam edilememekte.
Üniversitelerimizde teoride öğretmen yetiştirmek olumlu olsa da, öğretmeni mesleğe hazırlama kısmı ihmal edilmiştir.
Okullarımızda uygulanan stajyer öğretmenlik, öğretmene mesleki anlamda bir şey kazandırmadığı gibi formaliteden ileriye gidememiştir. Bu son iki eleştirim aslında tüm üniversite mezunlarını kapsıyor.
Yıllar önce oğlumun anaokulu öğretmeni şöyle demişti; ben çocuklara baktığım zaman nasıl bir ailede, nasıl bir yaşama sahip olduklarını görüyorum. Evet, çok güzel bir sözdü. Her çocuk ailesinin aynasıdır aslında. Bende iddia ederek şöyle söylüyorum; her öğretmen, kendi sınıfının aynasıdır. Sınıfa girdiğiniz zaman oradaki disiplin, ahlak, başarı öğretmenin başarısını yansıtır.
Ülkemizde yapılan en büyük yanlışlardan birisi de şudur; gençlerimiz üniversite sınavına girerken çoğunlukla yaşamdan ne beklediklerini, hangi mesleği seçeceğini incelemez. O sebepten ötürü özellikle üniversite birinci sınıfta, bölümünü bırakan ya da değiştiren gençlerimiz çok olur. Bunun sonucu olarak ta mezun olmuş fakat işini sevmeyen ama kendini bu işi yapmaya mecbur hisseden farklı mesleklerden binlerce mutsuz ve başarısız insan.
Öğretmenlik mesleği çok büyük sorumluluk isteyen meslektir. Bugün başarılı doktorlar, avukatlar, mühendisler ve işine sahip çıkan binlerce başarılı insanlar idealist öğretmenlerin eserleridir. İdealist öğretmenler sırtlarındaki ağır yükün farkındadır. Onlar hiç yılmazlar. Her öğrenci kazanılacak bir değerdir onların gözünde. Öğrenciyle diyaloglarında sınırları çok iyi çizerler. Bazen bir disiplin abidesi olurken, bazen de halı sahada oyun arkadaşları, bir tiyatroda ya da sinemada birlikte hareket ettikleri ablaları, abileri oluverirler. Onlar sevgiye aç hırçın gençliğin içindeki çaresizliği, kendini ispatlama savaşını farkeder. Her genç bir değerdir, kazanmakta kaybetmekte elimizde bilinciyle hareket eder.
Denizyıldızı misali; kıyıya vuran her denizyıldızını bıkmadan, usanmadan bir ümit ile denizle kavuştururlar.