Değerli okurlarım…
Kıymetli milletim…
Günlük gelişmeleri takip ediyor, inceleyip araştırıyoruz.
Madem ki sizin için “kalem kuşandık”, yeni fikir akımlarının hem güzel hem sakıncalı yanlarını konuşmak da bizim görevimiz.
Biliyorum, bu cüretkâr analizler zaman zaman bizi tehdit altında bırakıyor.
Ama “kovanı kurcalamadan” bal yenmiyor.
Bugünkü konumuz netameli.
Hazırsanız başlayalım.
Evanjelikalizm
Haçlı ile siyonizmi birbirine perçinleyen bu anlayış, Protestanlığın alt mezhebi olarak biliniyor.
İncil’i, Tevrat’ın devamı sayıyor.
Bu nedenle, kendileri siyonist olmamalarına rağmen “siyonizmin üstünlüğünü” ve dünyayı yönetme idealini kutsal bir görev gibi görüyorlar.
Buraya kadar mesele, inanç hürriyeti içinde değerlendirilebilir.
Ne var ki sıkıntı bundan sonra başlıyor.
Bu akımın aşırı yorumlarında;
Dünya nüfusunun yüz milyonlu seviyelere düşmesi,
“Tanrı’yı kıyamete zorlayacak” kaotik ortamların oluşturulması,
küresel kıyım, savaş, isyan ve katliamların tetiklenmesi gerektiğine dair düşünce kırıntıları var.
Böyle bir tabloyu düşünmek bile insan aklını zorluyor.
Dünyanın sekiz buçuk milyar insanını dev bir matem istatistiğine indirgeyen zihniyet,
doğal olarak küresel huzuru tehdit eden, hastalıklı bir ruh hâli ortaya koyuyor.
Bu açıdan bakıldığında, kendilerinden başkalarına yaşama hakkı tanımayan bu zihniyet,
insanlığın ortak geleceğini tehdit eden zehirli bir fikir hareketine dönüşüyor.
Küresel Gölge
Bu düşüncenin pratiğini, “siyonizm” ekseninde üstlenen yapıların, Ortadoğu’da uzun süredir uyguladığı politikalarda görmek mümkün.
Batılı ülkelerin yöneticileri, kendi halklarını hiç mi düşünmüyor?
Başlarına nelerin gelebileceğini öngörmüyorlar mı?
Bu sorunun ardında, sislerin arasından “küresel pagan elitlerin” gölgesi beliriyor.
Dünyayı maddi, teknik, askeri ve iletişim alanında kontrol eden bu dar çember, çoğu zaman demokrasi maskesi takarak ilerliyor.
Evanjelist aşırılıklarıyla siyonist çizgi bu yüzden entelektüel kuzenler gibidir.
Her iki düşünce de, kendilerinden olmayanlara hayat hakkı tanımayan bir üstünlük iddiası barındırır.
Bu yönüyle, insan ırkını değil, ayrıştırmayı besler.
Türk’e Yönelik Çalışmalar
Selçuklu’dan bu yana, Türk toplumu üzerinde yürütülen farklı kültürel operasyonlar tarihin içinde somut örnekler bırakmıştır.
Bugün hâlâ bu operasyonların artçılarıyla uğraşıyoruz.
Bu zeminde yetişen “mankurt kafası”, menfaat uğruna neyi savunduğunu bilmeden, eline tutuşturulan sloganları tekrarlar.
Adalet, eşitlik, kardeşlik ve özgürlük…
Ne kadar güzel sözler değil mi?
Ne yazık ki bazı yapıların elinde bu kavramlar, kitleleri yönlendiren süslü maskelere dönüşüyor.
Sloganlar büyülü, uygulama ise tam aksi yönde.
FETÖ Örneği
Ülkemizde artık maskesi düşen FETÖ, bunun en acı örneklerinden biri.
15 Temmuz’da yaşananlar, bir gecede ülkenin kaderini değiştirdi.
Eğer o kalkışma başarılı olsaydı, bugün konuştuğumuz şeyler çok daha karanlık olacaktı.
FETÖ, İslam’ın içinden çıkıp Evangelist aklı taklit eden bir hibrit olarak tasarlanmış gibiydi.
“Küresel aklın” domestik versiyonu…
Bugün İsrail’in Filistin’de yaptıklarının bire bir kopyasını Müslüman coğrafyaya taşıyacak bir projeydi.
İşte bu yüzden;
İnsan varlığını tehdit eden bu tür akımlar, ideolojik kılık giydirilmiş olsa bile, toplum güvenliği açısından asla kabul edilemez.
Devlet Ne Yapmalı?
Devlet, sadece yol yapmaz…
Köprü de yapmaz.
Devletin en önemli görevi, vatandaşın güvenliğini sağlamak; aklını, ruhunu ve bedenini zehirli akımlardan korumaktır.
Bu zehirli fikirlerin tarihte nelere yol açtığı ortada.
Bugün “tarikat”, “cemaat”, “vakıf” gibi masum görünen etiketlere sığınarak ilerleyen yapılar, yarın çok daha tehlikeli hâllere dönüşebilir.
Vatandaşın beklentisi nettir:
“Devletim beni korusun.
Aklımı, neslimi, ülkenin bütünlüğünü korusun.”
Ben de aynı kanaatteyim.
Kulak Arkası Edilmemesi Gerekenler
Her güzel sloganın arkasında bir niyet vardır.
Asıl olan, maskenin ardındaki yüzü görebilmektir.
İnsanı yok sayan hiçbir fikir, dinî kisveye bürünmüş olsa bile insanlıkla bağdaşmaz.
Biz, insanı yaşatmayı medeniyet kabul eden bir milletiz.
Ve biliyoruz ki;
Zehirli akımların panzehri, bilinçli toplumdur.
Bu satırları yazarken umudum şu:
Devlet, bu akımları yakından takip etmeyi sürdürecektir.
Bizler de vatandaş olarak, akıl ve vicdan terazisini elden bırakmayacağız.
Kalemin namusu, gerçeği söylemektir.
Ve biz o namusu saklı tutmaya devam edeceğiz.
















