Kıymetli okurlarım,
Bilirsiniz… Olaylara biraz tarihi derinlik katmayı severim.
Çin meselesi var ya… Hani şu, dünyayı bir avuç pirince mecbur bırakan Çin.
Atalarımız boş durmamış, koskoca kitabeler kazımış, bizi uyarmış mı? Evet.
O kadar zahmete girmişler.
Olacakları önceden görmüş gibi.
Bir çeşit granitten “zaman kapsülü” bırakmışlar.
Ey geleceğin Türk nesli…
Çin’le iş tutarken aman dikkat edin demişler.
Çinli şunu şöyle yapar, bunu böyle hedefler…
Sol kulağını sağ eliyle başının arkasından gösterir.
Siyaseti başka, ticareti başka bir hinliktir…
Aman ha torunlar!
Diye diye bu mesajı çağların ötesinden bir şekilde bize ulaştırmışlar.
Bizler de yaşayan, eli kalem tutan, Türk milliyetçisi yazar takımındanız.
Ve şimdi, dedelerimizin asırlar önce seslendiği o dönüm noktasındayız.
Çin’in “Yeni Süper Güç Adayı” olduğu, Türk dünyasına dört koldan yaklaştığı bir çağın tam göbeğindeyiz.
Ne mi yapıyor Çin?
Alıştığımız numarayı…
Başkalarının hatasını bekliyor.
Fırsat avlıyor.
Türkiye’ye ortak yatırım, sanayi hamlesi adı altında peş peşe otomobil fabrikaları, elektronik tesisleri, yüksek teknoloji batarya üretim merkezleri, bankacılık-finans, inşaat, yol, köprü, termik santral, nükleer enerji…
Aklınıza ne gelirse…
Her sektöre elini sokuyor.
Liman alıyor, fabrika kuruyor, kredi veriyor.
Yollar yapıyor.
Hoşunuza gidiyor değil mi?
Ne güzel yatırım geliyor diye hemen ikna oldunuz.
Ama gelelim Atalar uyarısına…
Çin bunu Avrupa pazarına arka kapı olarak kullanmak için yapıyor.
Bizim coğrafi avantajımızı kendi çıkarına dönüştürüyor.
Kurdukları fabrikaların her taşı, her vidası kendi mühendisinin eseri.
Kendi parası, kendi tasarımı, kendi işçisi…
Velhasıl, girdikleri memlekette yaptıkları hep aynı: Çinli istilası.
Güya para akıyor…
Aslında bütün kazanç Çin’in kasasına akıyor.
Peki bize ne kalıyor?
Ufak tefek işlerde çalışan birkaç garibanın maaşı…
Onu da teşviklerle, vergi indirimleriyle fazlasıyla finanse ediyorlar.
Peki neden bu kadar kolay geliyorlar?
Neden bu kadar kabul görüyorlar?
Çünkü Batılılar bizim gibi ülkelere kredi, yatırım vermeye gelince bin dereden su getiriyor.
Kendileri bacaklarına sıkıyorlar.
Gelişen ülkeler de birer birer Çin’in kucağına düşüyor.
Sonra ne oluyor?
Üretilen malların yerli muadilleri piyasaya veda ediyor.
Markalar Çin’in eline geçiyor.
Yerli sanayi önce eriyor… sonra tamamen bitiyor.
İç piyasa Çin malıyla doluyor.
Dış pazarda rekabet avantajını Çin ele geçiriyor.
Çark işte böyle dönüyor.
Atalarımızın yolladığı mesajda yazdığı gibi:
“Çin’e tırnağını değdiren her şeyini kaybeder.”
Ata sözünü boşuna söylememişler.
Yol yakınken…
Çin’den uzak durun derim.
Yoksa…
Biz de ileride gelecek nesillere bir zaman kapsülü bırakmak zorunda kalırız:
“Eyyy torunlar! Çin’le iş tutarken aklınızı başınıza alın!”
Çin bu…
Şakası olmaz, öyle bir çarpar ki ülkeyi, neye uğradığınızı anlamazsınız.
Bakın, rakamla özetleyeyim:
Çin’den yaklaşık 46 milyar dolarlık mal alıyoruz…
Karşılığında 3 küsur milyar dolarlık mal satabiliyoruz.
Sanırım halimiz anlaşılmıştır.