Kıymetli okurlarım…
Dünyada sahne büyük.
Oyuncular kalabalık.
Perde arkasında ipleri kimin çektiği hâlâ muamma.
Amerika, İngiltere, Avrupa Birliği, Çin, Rusya…
Ve bunların etrafında kümelenmiş devletler, vakıflar, sosyal ağlar, finans devleri…
Hepsinin sırtını dayadığı bir “derin devlet” mekanizması var.
Ve bu mekanizmalar…
Kıyasıya, ölümüne bir savaşın tam ortasında.
Kimi zaman silahla, kimi zaman vekil güçlerle…
Kimi zaman para, altın, elmasla…
Hatta Hollywood senaryoları, Netflix dizileri, sosyal medya algoritmaları bile bu savaşın mühimmatı.
Trump mı?
O sadece sistemin süslenmiş piyon’u.
Manşetlerde, spot ışığında…
Ama perde arkasında oyunun senaryosunu yazan başkaları.
Asıl kapışma…
İki dev finans imparatorluğu arasında.
Bir yanda BlackRock, Vanguard, JPMorgan ekseni…
On trilyon dolarlık varlık havuzunu yönetiyorlar.
Körfez’in petrodolarlarını da bir nevi “kendi kasalarına sifonlayan” bu dev…
NATO’dan FED’e, IMF’ten Dünya Bankası’na kadar dünyayı parmağında çeviren teknokrat elitler.
Kontrollü düzen, veriyle beslenen otorite, dijital para ve sosyal krediyle “yarının dünyasını” tasarlıyorlar.
Diğer yanda…
Soros, Open Society, Clinton Vakfı ve kaostan beslenen “küresel mühendislik” lobisi.
Ulus-devletleri eritmek, sınırları silmek, tek tip küresel vatandaşlık modeli inşa etmek istiyorlar.
Kaos, onlar için düzensizlik değil; yeni bir dünya yaratmanın altın fırsatı.
İki taraf da…
Amerikan derin devleti tarafından kısmen yönlendirilse de, birbirinin boğazına sarılmış durumda.
2020 sonrası bu kavga öyle görünür hale geldi ki…
Başkan adayına suikast girişimleri bile artık bu savaşın parçası.
Trump, BlackRock-Vanguard ekseninin adayıydı.
Ama sistemin alıştığı kalıplara sığmayan, halkın teveccühüyle gelen bir lider olduğu için…
Hedef tahtasına çakıldı.
FBI baskınları…
Açılan davalar…
6 Ocak Kongre baskını dosyaları…
Ekonomik ambargolar…
Hepsi Trump’a değil, arkasındaki güce gönderilen mesaj aslında.
Peki Türkiye?
Bu küresel satrançta bizim rolümüz ne?
Türkiye, Amerikan derin devletinin manipüle ettiği bu iki kutbu da dengeleyebilen, oyunlarını bozabilen nadir ülkelerden biri.
Hatta en güçlüsü.
Ve işin garibi…
Bu durumdan rahatsız olan devletler, giderek bizim yanımıza saf tutuyor.
Amerikan derin devletine göre, hangi taraf kazanırsa kazansın, sonuçta Amerika kazanacak.
Ama hesap etmedikleri bir şey var:
Bu kez “kuşa bak” oyunu, kendi başlarını yiyecek.
Rockefeller ve Rothschild bile, kurdukları düzende kendi tuzaklarına düşebilir.
Çünkü onlar çocuklarını yıllarca bu günlere hazırladıysa…
Bizim derin aklımız da boş durmadı.
Geçmişin sebeplerini, sonuçlarını, gölgelerin yürüttüğü planları bir bir kayda geçirdi.
Ve yapılacakları çoktan not etti.
2028 mi? Belki 2032…
Amerikan topraklarında bu iki yapı arasında açık çatışmalar yaşanması ihtimali yüksek.
Sonrasında ise “yeniden inşa” dönemi başlayacak.
Ama bir gerçek var ki:
O Amerika, bir daha asla eski Amerika olmayacak.
O dev, eski ihtişamına kavuşamayacak.
Ve işte tam o noktada…
Teknolojik altyapısı güçlenen, ekonomik ve askerî etki alanı hızla genişleyen Türkiye,
gelecek yüzyılın yeni süper gücü olma yolunda sahneye çıkacak.
Tabii…
Kendi içimizden darbe yemez, sırtımızdan hançerlenmezsek.
O yüzden…
Kısır çekişmeleri bir kenara bırakmalı, ortak paydalarda birleşmeli, iç cepheyi sağlam tutmalıyız.
Hesapları, kavgaları sonra yaparız.
Ne dersiniz?
Bunu yapabiliriz, değil mi?















