Uykularımızda bile bizden ayrılmayan harika yol arkadaşımız müzik… Sadece bazılarımız onun her zaman yoldaş olarak yanı başımızda yürüdüğünü biliyor ve fark ediyoruz. Kimilerimiz ise farkında bile olmadan bu bizi asla terk etmeyen arkadaşımızla beraber geçiriyoruz zamanımızı. Ritim, uyum ve notaların akışı her zaman planlı olmasa da, ya da herkesin kulağına her ses hoş gelmese de aslında sürekli bir müzikal içinde yaşıyoruz. Rüzgâr, yağmur, kuşlar, yürüyen insanlar, çeşitli motor sesleri, yaprak ve poşet hışırtıları ve daha saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok ses… Bazıları hoşumuza gitmese de aslında dünyamızın müzikalini oluşturuyor.
Bu müzikali farkında olmamız, ona ne kadar uyum sağladığımızı ve ruhumuza iyi gelecek sesleri ayırt edebilmemiz ise müziğin bizi ne kadar iyileştirebileceğini gösteriyor. Müziğin insanlar üzerinde iyileştirici bir etkisi olduğu yıllar önce keşfedilmiş bir gerçek. İnsanlık tarihi kadar eski bir sorudur: “Şarkı söylediğim için mi mutluyum, yoksa mutlu olduğum için mi şarkı söylüyorum?” sorusu…
Aslında sorunun cevabı da kendi içinde bir döngüdür. İnsan şarkı söylemeye başladığında mutlu olur ve mutlu olduğu için de şarkı söylemeye devam eder. Müziğin hepimize yansıyan evrensel dili muhteşem bir ilaçtır ancak ne yazık ki bu ilacın gerçek etkisini fark edip iyileştirici etkisini hayatınaı bilerek sokan çok az insan vardır. Hayatından kademe kademe müziği çıkaran, kulakları duyduğu halde duymayan insanların hayatlarındaki boşluğu fark etmeleri de mümkün olmaz.
Tüm sanat dalları arasında duygularla en yoğun bağlantı kurulan dal hep müzik olmuştur. Notalar evrensel bir dildir. Sözlerini hiç anlamıyor olmamıza rağmen yabancı dilde söylenen bir şarkının bizi melodisi ile neşelendirmesi ya da gözyaşlarına boğması bunun en güzel kanıtıdır. Reklamlarda ya da propaganda aracı olarak kullanılan müzikler, insanların müzik ile nasıl yönlendirilebildiğini gösterir. Ki özellikle bu konu üzerine çalışan, kafa yoran büyük bir uzman grubu olduğu da bir gerçektir.
Bu kadar kolay ulaşılabilir bir ilacı hayatımıza daha fazla sokmanın yollarını aramalıyız belki de… Şarkı çok içtendi deyip bağıra bağıra ağlamalı, ne kadar şen şakrak deyip şakır şakır dans etmeliyiz. Bize duygularımızı yaşamamız için bu kadar şahane imkân sunan müzik varken hiçbir duygumuzu bastırmak zorunda kalmayız böylece. İnsanı hasta eden tüm o içine akıttığı, yaşamaktan uzak durduğu ve çekindiği ruh hallerini müziğin içine sığdırıp çocuklar gibi coşkuyla yaşayabiliriz. Kim bilir müziğin en tedavi edici etkisi de bu durumdan kaynaklanıyordur.
Tıpkı Özdemir Asaf’ın dediği gibi…
Müzik geceyi geceyi geliyor aç pencereyi,
Sersin odana duyu, uğultulu halıyı,
O doğup büyüdüğü insansal doğayı.
Yürüsün eleyi eleyi seviler, buğu-buğu,
Gönlü, anıyı, belleği, oğsun duyuyu.
Ne sıcak anlatır seslenmeyi; yumuşacık sen demeyi.
Isıtır yorganı, sözü, perdeyi.
Işıtır en karanlık odayı, açar kilidi, açıyı, kapıyı,
Kaynatır donmuş suyu, doldurur boş tencereyi
Çeker sürgüyü, çözer bir-bir her düğmeyi.
Ballandırır peyniri, ekmeği, unutturur tabancayı, bıçağı,
Süsler masayı, ölümsüz kılar çerçeveyi,
Açar sevilere yatağı yeğ kılar saklamaya söylemeyi
Fısıldar sevmeyi, sevilmeyi, müzik donatır yeri göğü…