Uyku ihtiyacı ve uyku hali yıllardır insanların çözmeye çalıştığı bir durum. Uykunun ne kadar gerekli olduğunu ve uyku halinde insanların neler gördüğünü, yaşadığını çözmek için birçok çalışma yapılmış. Halen de bu konuda sürekli yeni fikirler, yeni araştırmalar ve yeni yazılarla karşılaşıyoruz.
Kimileri uykuyu; insanın bedenen ve ruhen dinlenip yeniden hareket etmeye başlayabilmesi için gerekli bir mola olarak görüyor. Bazıları daha derin bakıyor. Uykunun ölümün hafif bir şekli olduğunu söyleyenler bile var. Uyurken gördüklerimizi gelecekten öngörüler olarak yorumlayanlar olduğu gibi bilinçaltımızda kalmış, uyanıkken ortaya çıkaramadığımız duygusal birikimlerin yansımaları olarak görenler de mevcut.
Uzun, kısa, yeterli, yetersiz, huzurlu ya da huzursuz bir şekilde hepimiz uyuyoruz. “Bir insan yükü ne kadar ağır olursa olsun” derler “onu ancak yatma zamanına kadar taşıyabilir.”
Peki, nasıl uyanıyoruz?
Hafta içi bir arkadaşımın gösterdiği bir karikatür bana nasıl uyandığımızı düşündürdü. Muhteşem bir Piyale Madra karikatürüydü.
Kendi kendime dedim ki… “Bir şekilde uyanıyoruz işte diyebiliriz ama asla aynı şekilde uyanmıyoruz.”
Öyle günler oluyor ki; uyanıp da güne başlamak gelmiyor içimizden. Yattığımız yer sanki derinleşiyor ve derimiz yapışıyor. Kalkabilmemiz için derimizi koparmamız gerekiyormuş gibi… Gelen günün zorluklarının potansiyelini baştan kabullenip; güne yorgun omuzlarla ve neredeyse en baştan yenikmişiz gibi hissederek başlıyoruz. Aslında, genelde bu durumun pek elimizde olmadığına inansak da, mücadele edeceğimiz konuya olan direncimizi daha uykudan uyanıp kalkarken kırmış oluyoruz.
Günümüzün nasıl geçeceğini uyanış şeklimiz belirliyor aslında. Uyanış şeklimizi de uykuya dalış şeklimiz…
Bir türlü dalamıyor, dakikalar belki de saatlerce tavanı izleyerek uyumaya çalışıyorsak zor günler geçirdiğimiz bellidir. Böyle bir uykunun sabahı uyanmak da zor olacaktır. Pamuklara sarılır gibi yastığa beş kala kapanan gözlerle dalınan bir uykunun uyanışı ne güzeldir. Ne keder, ne kaygı, sadece huzur hissedilir…
Ne kadar uyursak uyuyalım dinlenemiyorsak, bir türlü dolmayan bir boşluk hissi ile uyanılıyorsak; uyanmak yeni bir günü karşılamak değil, bir eziyet haline gelir. Bazen de öyle doludur ki kalp, insan göğsünde hiç azalmayan, hiç yerinden kalkmayan bir ağırlık ile uyanmaya çalışır.
Alarmlarla uyanan milyonlar ile kendi vücudunun doğal saatiyle uyanma şansı olan insanların güne başlama şekillerini kıyaslama yapmamıza gerek yoktur sanırım. Bunu biraz hayal etmek bile yeterlidir.
Narkoz ile bayıltılıp, ağır ameliyatlardan çıkarılmış hastalar için doktorlar “hayata bağlı olan, yaşamak istedikleri ve hedefleri olan hastalar daha hızlı ve daha güzel ayılırlar.” derler. Bana kalırsa bu her “uyanış” için geçerlidir.