Bu hafta sahafların birinde dolaşırken bir duvar yazısı gözüme çarptı: “Bir insan en çok kimin yanında susuyorsa, aslında en çok onunla konuşmak istiyordur.” yazıyordu. Yazı bir süredir fark ettiğim bir noktaya odaklanmama sebep oldu.
İnsanların giderek artan oranlarda konuşmaktan ve anlatmaya çalışmaktan vazgeçtiğini görüyorum. Bu durumun nedenlerini sorduğumda ise; artık susmayı tercih eden insanların aslında bir cehennemi yaşadığını görerek üzülüyorum. “Konuşsam tesiri yok, sussam gönül razı değil.” ikilemi birçok insanın karşılıklı iletişim yollarını kapatmış durumda. Giderek artan oranda şikâyet ettiğimiz iletişimsizliğimizin çözümü gittikçe zorlaşıyor.
Peki, insanlar neden en iyi iletişim aracı olan konuşmaktan vazgeçip susuyorlar?
Türkçemiz çok güzel bir dil. Kelimelerimizin kullanış şekilleri ve eklerle kattığı anlamlar kendi içlerinde de birçok yeni anlamı barındırıyor. Bu derin mana “konuşmak” işteş fiili için de geçerli. İşteş fiilleri belki dilbilgisi derslerinden hatırlarsınız. İşteş fiiller, yüklemde gösterilen işin birden fazla kişi tarafından “birlikte” veya “karşılıklı” olarak yapıldığı anlamını ifade eden fiil çatısıdır.
Yani konuşmak tek taraflı bir eylem değil. Bir taraf konuşurken diğer tarafın susması ve susmaktan daha önemli olarak saygı duyarak gerçekten dinlemesi gerekiyor. Aslında bizler söylediklerimizin dinlenmediğini fark ettiğimiz için susuyoruz. Biz gerçekten karşımıza saygı duyarak susup onu dinliyor muyuz yoksa sıranın bize gelmesini beklediğimiz için susup dinliyor gibi mi yapıyoruz; o da kendi öz eleştiri konumuz.
Neticede; insan konuştuklarının hiçbir noktaya varmadığını gördüğünde konuşmaktan vazgeçiyor. Çünkü anlaşılabilmek için kendini dinletebilmesi gerekiyor. Konu bu noktaya geldiğinde asıl problemin konuşmaktan vazgeçmek değil, aslında “dinlenmemek” olduğu sonucuna varıyorum.
Ve MÖ 400’lerde yaşamış olan Diyojen bizlere kısacık bir cümle ile yolu göstermiş aslında. “Neden iki kulağımıza karşılık bir dilimiz var? Çok dinleyelim az konuşalım diye…”
Birbirini hiç dinlemeyen ya da dinlese de anlamaya çalışmayan insanlar, söylediklerinin asla işe yaramadığı konusunda şikâyet ediyorlar. Ve sonunda konuşmaya çalıştığımız kişi ister iş arkadaşımız, ister hayat arkadaşımız, ister çocuklarımız ya da dostlarımız olsun asla sağlıklı kurulmayan ve bu şekilde kurulamayacak bir iletişimsizliğe sebep oluyor.
Sonunda da susan insanlar ortaya çıkıyor ve insan kendini anlatmaktan vazgeçtiği anda aslında tüm ilişkilerinden de vazgeçmiş oluyor.
“Ne gerek var konuşmaya, kendimizi yormaya… Böyle de yaşayıp gidiyoruz işte.” denebilir. Ama anlatamamak, anlamamak ve anlaşılamamaktan dolayı içimizde büyüyen yalnızlığımız ve bu durumun ruhumuzda açtığı yaralar bir gün gelip elbet bambaşka noktalarda bizi hasta edecektir. Bastırılmış tüm duygular, kişinin kendi doğruları, ihtiyaçları ve beklentileri zaman içinde gerçek hastalıklara dönüşür.
Kimi zaman da sustuğumuzda, suskunluğumuzda birilerinin bizi anlamasını umut ederiz. Ama ne yazık ki böyle bir hassasiyet var olsa bile, kalabalık dünyasında kişi buna odaklanamayabilir. Bu noktada anlatmaya ve anlamaya çalışmaktan vazgeçmek, ya da değer verdiğimiz insanları kaybetmek istemiyorsak biraz soluk alıp gerçekten dinlemeye çalışmak arasında kalıyoruz.
Unutulmaması gereken ise karşımızdaki kim olursa olsun eğer sadece kendimizi dinletmeye çalışıyor ve dinlemek anlamak için çaba harcamıyorsak bir yerde tıkanacağımız kaçınılmaz bir gerçektir.