Birçok insan hayatında en az bir defa; kanadı kırılmış bir kuşu zeminde bir şekilde bir yerlere gitmeye çalışırken bulmuştur. Kanadı kırılmış, uçamayan ve yerde yaşamaya çalışan bir kuşun; bir kediye, bir arabaya ya da kendisine zarar verecek başka bir dış etkene maruz kalmadan bir yaşam ışığı bulması mucizevî bir durumdur. Tedavi etmeye çalıştığımızda ise; ne yazık ki çok azı eski gücüne kavuşarak kanatlarını açıp gökyüzüne yeniden kavuşabilir. Bir kere kanadı kırılan kuşta; kalıcı hasarlar oluşma ihtimali çoğu zaman ciddi bir oranda olur.
“Kalıyoruz.” demiş Can Yücel. “Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz…”
İnsanoğlunun kanatları yok. Ama aklı, umutları, öğrenebilecekleri, yetenekleri ve hayalleri muhteşem kanatlara dönüşüp yepyeni ufuklar açacak kadar güçlü. Durum böyle belki ama ne yazık ki bu kadar güçlü kanatlara sahip olduğunun farkında olan ya da kanatlarını kullanabilme özgürlüğüne sahip insan sayısı çok az. Daha kanatlarımızın varlığını veya gücünü fark edemeden; birçok sebepten dolayı onları kırıyor ve öyle geçiriyoruz zamanımızı.
İnsanın bilgiye ulaşması, ellerini ve ayaklarını kanatlar gibi kullanabilmesini sağlıyor. Ulaştığımız her yeni bilgi bize yeni ufuklar açıyor ve aynı gökyüzünün bize uçsuz bucaksız gelmesi gibi; daha ne kadar çok bilgiye ulaşılabileceği hissi yaratıyor. Aslında kanatlanan insan ne kadar az bildiğini de fark eden insan oluyor.
Bizden kaynaklanmayan, içinde yaşadığımız toplumdan kaynaklanan sebepler var mesela. Küçücük bir dünyaya kapattığımız kadınlarımız ve bu küçük dünyanın içinde açılamayan ufukları var. Ve geleceğimizi oluşturacak çocuklarımızı yetiştiren ne yazık ki bu kanadı kırılmış kadınlarımız. Yaşadıkları küçük çevreden ve ekranlarda kendisine gösterilenlerden öteye gidemeyen zihinler…
Sonra çevremiz var bizim kanatlarımızı kıran. Farklı olduğumuzda ya da farklı davrandığımızda dışlanacak, ayıplanacak, yadırganacak insan olma korkumuz… Hayallerimizin en yoğun olduğu çocuk yaşlarımızdan başlayarak parça parça kırılıyor aslında kanatlarımız. İçinde bulunduğun topluma kök salmak ana amacın haline geliyor. Yoksa hiçbir yere ait olamamanın yalnızlığını yaşamak korkusu sarıyor.
Bir de kendi kendimize hep kendimizi durdurduğumuz frenlerimiz var. Denemekten korkmamız, yetersiz ya da yeteneksiz olduğumuza dair önyargılarımız ve asla tartışmaya açmadığımız kalıplarımız ile kendi kendimizin kanatlarını kırıyoruz aslında. Birçoğumuz yeni olan herhangi bir şeyi denemek konusunda oldukça tutucu davranıyoruz. Oysa deneyebilmek özgürlüğünün ve yaşayabilmenin kıymetini insan ancak o özgürlüğünü kaybettiğinde anlıyor.
Çoğu insan bir uçurumun ucuna gelmeden kanatlarını kullanmıyor. Kolay yolu seçip birilerinin kendisi için düşünüp ne yapacağını söylemesini bekliyor. Toplumla mücadele etmektense kabul etmeyi tercih ediyor. Benim kaderim böyle yazılmış diyerek kabuğuna çekiliyor. Ya da en baştan yenilgiyi kabul edip ben zaten yapamazdım diyor. Hal böyle olunca; insanın kanatlarını farkına varması ya da kanatlarını kullanmaya karar vermesi için ciddi anlamda onlara ihtiyaç duyması gerekiyor. Bazen de hiç farkına varamadan öylece yaşayıp bu dünyadan ayrılıyor.
Peki, hiç kullanmadığımız kanatlarımızın büyüklüğünü onları açmadan nasıl bileceğiz?