Tüm dünyanın evlere sığmaya çalıştığı günler geçiriyoruz. Belki de tek eşit olduğumuz durum da bu. Hepimiz evlerimize sığmaya çalışıyoruz. Bu ortak durum dışında hiç kimse eşit koşullarda değil. Evlerin şekilleri ve yapıları farklı olduğu kadar, evlerin içinde yaşayanlar ve yaşananlar açısından da hiçbir benzerlik söz konusu değil.
Uzun bir süredir çocuklarımın katıldığı karikatür kursu son bir aydır fiziksel olarak devam edemediği için sevgili Mehmet Kahraman öğretmenimiz muhteşem bir fikirle uzaktan devam etmeye başladı. Şu ana kadar uzaktan sekiz ders yapıldı ve hepsi birbirinden keyifli geçti.
Karikatürün değişik bir yapısı var. Resim, fotoğraf ve diğer tüm görsel sanatlardan bambaşka bir yönü… Düşündürmesi, güldürürken biraz acıtması ve insanın kafasında farkındalık yaratması bekleniyor. Mehmet Öğretmen bunu bir konu üzerine çocuklarla yaptığı uzun sohbetlerle başarıyor.
Bugünkü yazı konuma da kendisi ilham oldu. Bu sabah çocuklara bir evin tavan görüntüsünü göndererek hiçbir şey yapmadan on dakika bu tavan resmine bakmalarını istedi. Ben de katıldım. Doğal olarak çocuklar da ben de çok sıkıldık. Ve sonra benim yazmama ilham olan o cümleyi paylaştı. “Sizin on dakika bakarak sıkıldığınız görüntüye yatağından sürekli bakmak zorunda kalan binlerce hasta var…”
İşte bu cümle evlerimize bakış açımızı düşünmeme sebep oldu. Beton, ahşap ya da kerpiç… Evimizin malzemesi ne olursa olsun evi ev yapanın duvarlar ya da eşyalar olmadığı açık. Evimizi ev yapan içinde yaşadıklarımız.
Her türlü konforu sağlanmış, şıkır şıkır eşyalarla bezenmiş kocaman evler bazen dar geliyor. Huzur ve mutluluk yoksa sığamıyoruz. Evlerde yan yana duruyoruz, bir evin yan yana iki odasında oturuyoruz. Ama o kadar habersiziz ki birbirimizden ev büyüyor ve içinde biz yapayalnız hissediyoruz. “Kalplerin geniş olduğu yerde…” der Goethe “ev dar gelmez…”
Hepimiz hayalini kurduğumuz eve sahip olmak istiyoruz. Ama çoğunlukla içinde yaşadığımız evi hayalini kurduğu ev haline getirmek için düşünmek yerine, başka evlerle ilgileniyoruz. Oysa başka evleri ancak seyredebiliriz. Hâlbuki hayallerini kurduğun eve girdiğinde, hayallerinin başına yıkılma olasılığı her zaman vardır. Çünkü evler seyretmek için değil, içinde yaşamak için yapılırlar. Cansız bir evi ruhu olan bir canlıya dönüştüren de budur. Bu sebepledir ki; içinde yaşam olan evler insana kendi kendini dağıtıyormuş gibi gelir. Hayat belirtisidir.
Bunun en iyi göstergesi özlediğimiz evler olabilir. Özlediğimiz evleri düşündüğümüzde evlerin şeklini mi yoksa o evde yaşadıklarımızı mı anıyoruz, hiç düşündünüz mü? Bazen şahit olmuşuzdur ya da belki de kendi başımıza da gelmiştir. Ne sebeple taşınmış olursak olalım öyle zamanlar gelir ki eski evlerimizi anarız. Andığımız evlerimiz değildir aslında, evde yaşadıklarımız ve paylaştıklarımızdır…
Dediğim gibi evlerimize sığmaya çalıştığımız günler yaşıyoruz, tek eşitliğimiz bu. Hiçbirimiz eşit koşullarda değiliz ama günlerce, aylarca bir tavanı izlemek zorunda kalmıyoruz. Evlerimizde yaşayabileceklerimiz, paylaşabileceklerimiz, nice güzel anı yaratacak fırsatlarımız var.
Kim bilir; belki de bu durum yoğunluk, telaş ve koşturmaca esnasında artık bakıp görmediğimiz birbirimizi yeniden keşfetmek için bir fırsata dönüşebilir.