Yaşımız ilerledikçe algılarımız değişiyor. Örneğin; zaman aynı hızla geçmesine rağmen ileri yaşlarımızda yılların çok daha hızlı geçtiğini dillendiriyoruz. Bu zaman zaman farkında olmadığımız, hatta sorulsa kabul etmeyeceğimiz şekilde hayatta az zamanımızın kalmasının kaygısıyla olabiliyor. Hayattayken yapmak istediklerimiz çoğaldıkça zamanımızın yetmeyeceği gerçeği ile karşılaşıyoruz ve işte hal böyle olunca da zaman bizi dinlemeden olanca hızıyla akıyormuş gibi geliyor.
Kimi zaman da sevmediğimiz ve istemediğimiz birçok işi yapmak zorunda kalırken, zamanın bir an önce geçmesini ve o yüklerimizden kurtulabilmeyi bekliyoruz. Zamanın hızlı geçtiği konusunda yakınırken harcadığımız boşa geçen zamanları dikkate almıyoruz. Çocukluğumuzda bir türlü geçmeyen zamanlarımız yaşımız ilerledikçe bize düşman kesiliyor.
Zaman ilerledikçe çevremizin değiştiğini ve eski günlerimizdeki ilişkileri çok özlediğimizi dillendiriyoruz. Gelin bir başka bakış açısı ile bakalım ve kendimize soralım. Gerçekten değişen çevremiz ve yaşadığımız ortam mı yoksa biz ve beklentilerimiz mi değişiyor?
Doğada her şey sürekli değişirken bu doğanın bir parçası olan bizlerin hiç değişmemesi, olduğu gibi kalması mümkün değildir. Durağanlık bile kendi içinde bir değişimdir aslında. Somutlaştırmak gerekirse çok durağan bir insanın bile beyni durmadan çalışır, küçük veya yavaş bile olsa mutlaka bir değişim gösterir.
Değişmek için hiçbir çaba sarf etmeyen ve hatta değişmeme başarısıyla övünen insanlar bile farkında olmadan değişirler. Bu değişimi yaşayan insanın en büyük başarısı; ne kadar ve nasıl değiştiğinin farkında olabilme becerisidir. Bunun en güzel örneği, yıllar önce birlikte vakit geçirmekten mutlu olduğumuz insanlarla yıllar sonra yan yana geldiğimizde; asla anılarımızdaki kendimize göre mutlu olduğumuz o ortamı bulamamamızdır. Bu durum insanın hangi yaşta olursa olsun en çok mutlu olduğu anları hatırladığını da gösterir.
Farkında olmadan değişiyoruz. Çoğu zaman da bu değişim aslında içimizden geldiği gibi oluyor. Bilinçli olarak kendimizde gerçekleştirmeye çalıştığımız değişimlerden çok daha başarılı olarak yapıyoruz içimizden gelen değişimleri. Ama sonra bunu fark etmeyerek garipsiyoruz. Eskiden mutlu olduğumuz yerlerden artık mutsuz oluyorsak belki de artık bambaşka yerlere gitme zamanı gelmiş olabilir. Bunu keşfetmek de bize düşüyor. Değişime direnmek ve değişimden korkmamak bizi daha mutlu insanlar haline de getirebilir.
İnsan ne kadar direnirse dirensin hayatın kanunudur değişim. Sokrates milattan önce 400’lerde “Eğer istediğin olmazsa acı çekersin, eğer istemeğin bir şey olursa yine acı çekersin, hatta istediğin şey tam olarak olsa da yine acı çekersin çünkü onu kaybetme riskin vardır. Zihin böyle belalı bir şeydir. Değişmeden özgür olmak ister. Hayatın koşullarından ve ölümden özgür... Fakat değişim hayatın kanunudur ve ne kadar dirensen de bu gerçeği değiştiremezsin.” demiştir. Demek ki değişim sadece bir insanın kısacık bir ömrüne sığdırılamayacak kadar büyük bir gerçek.
Bu durumda mutlu ve huzurlu bir hayat sürmek amacında olan insanın değiştiğini kabul etmesi ve değişmekten de korkamaması gerekiyor. Bir yandan değişip, bir yandan eskiden mutlu olduğu noktalarda aynı mutluluğu aramaya çalışan insanın bunu asla bulamayacağı çok aşikâr. “Ağır ağır ölür alışkanlığın kölesi olanlar…” der Pablo Neruda şiirinde. “Her gün aynı yolda yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar…”