Ağırlıklı dişil olarak algılanması, üzerinden ekonomik fayda elde eden ciddi sektörler bulunmasından kaynaklı olduğuna inandığım bir konu; güzellik konusu… Her ne kadar durum böyle olsa da; dişil ya da eril her insanın hayatında az ya da çok bir baskı konusu. Güzel olanı tarif etmeye çalışmak ise; belki de insanoğlunun en değişken ve bir o kadar da en tartışmalı konularından biri.
Güzellik standartlarımızı kimler belirliyor? Belirlenen standartlar üzerinden ne kadar insan hayatını harcıyor? Belki bunu aramızda samimi olarak konuşsak; birçok insan kendi iradesi ile güzellik kıstaslarına sahip olduğunu söyleyecektir. Oysa her birimiz farkında olmadan bize dayatılan müthiş yoğun bir güzellik algısı içinde yaşamlarımızı sürdürüyoruz. O kadar ki; düne kadar gözümüze hoş görünmediğine inandığımız bir görüntüyü, muazzam bir algı çalışması yaparak dünyanın en güzel görüntüsüymüş gibi kabul etmemizi sağlayabilen bir çalışmadan bahsediyorum.
Neyin güzel neyin çirkin olduğuna bizim adımıza karar vererek; bunu bizlere satış aracı haline getiren tüm çalışmalar; biz farkında olmadan çok büyük bir pazar yaratıyor. Kimi zaman farkına varsak bile birçoğumuz kapılıp gidiyoruz. Çünkü gerçekten çok güçlü bir çalışma. O kadar ki kişinin doğarken seçme şansı olmadığı dış görünüşünü bile; farkında olarak ya da olmayarak eleştirebilme boyutlarına kadar ulaşıyor.
Biraz farklı görünen, farklı giyinen, farklı şeylerden hoşlanan ya da bize dayatılan kalıplara uymayan insanları; hiç tanımaya uğraşmadan, daha ilk bakıştan yargılayıp kanaat sahibi olabiliyoruz. Bunu acımasızca neredeyse herkes yapıyor. İşte dünyadaki bize dayatılan güzellik algısı bu kadar güçlü…
Bu noktada kimsenin samimi olarak; “ben asla hiçbir nesne ve canlıyı dış görünüşüne göre yargılamam” diyebileceğini düşünmüyorum. Kaç kişi bu kadar büyük bir gönül sahibi olabiliyor yaşamı boyunca? O kadar acımasız olabiliyoruz ki; bize göre çirkin bir insanı sevmiş olan güzel bir insanın mutlaka bu durumdan bir çıkarı olduğunu, ya da başka sebepleri olduğunu düşünebiliyoruz.
Oysa Şems-i Tebrizi’nin muhteşem sözünde dediği gibi: “Güzel bir gülü güzel bir geceyi güzel bir dostu herkes ister. Önemli olan gülü dikeniyle geceyi gizemiyle dostu tüm derdiyle sevebilmektir.” Ve ne yazık ki bunu çok az insan başarabiliyor.
Ne yazık ki; bu durum nesillerden nesillere doğru devam ediyor. Tanımak için hiçbir şans vermediğimiz insanların; aslında bize sunabileceği olası merhamet, huzur, olumlu bakış açısı ve güzel ruhu asla bilemeden bize dayatılan güzellik çerçevesi içinde yaşayıp gidiyoruz.
Asıl güzellik nerede? Baktığın yerde mi, yoksa bakışında mı?
Bir annenin ne olursa olsun kendi çocuğunu güzel görmesi her bebeğin güzel olmasından mıdır? Yoksa annenin bebeğine baktığı sevgi dolu bakışından mıdır?
Kim bilir belki bizler de gözlerimizle değil de kalbimizle bakabilmeye başlasak hepimizin güzellik anlayışı değişecektir. Öyle bir durumda ise; tüm bu bize dayatılan güzellik algısı ve baskısından kurtulup özgürleşebileceğiz. Tüm o görüntüsünden dolayı dışlanan canlıların gerçek güzelliklerini de görebilmeyi başarabileceğiz.