Yıllarımızı geçirdiğimiz şehirlerin hafızaları olduğuna inanır mısınız?
Nasıl ki insanların anılarla birikmiş acı ve tatlı birikimleri varsa şehrin de hafızaları var aslında.
Şehrinizden ayrılıp yıllar sonra geri dönseniz bile, yerli yerinde bulup mutlu olacağınız, kendinizi ait hissedeceğiniz anılar, anıtlar, kokular ve tatlar… Bir şehre hafıza veren her şey…
Şehirler sadece binalar, yollar, meydanlar ve bu yapıların içinde yaşayan insanlardan ibaret değildir. Aynen evlerimizin dört duvardan ibaret olmaması gibi; şehirler de içinde yaşayan bizlerle birlikte soluk alıp verirler. Topraklar; üzerinde yaşayan medeniyetlerin enerjileri ile dolup taşar. O kadar ki; hafızalarını sürekli korumaya özen gösterdiğiniz bazı coğrafyalara seyahat ettiğinizde, ya da güçlendirme çalışması yapılsa bile orijinalini korumak için özel özen harcanmış binalara girdiğinizde size canlıymış hissi verir. Bu bize şehirlerimizin hafızaları olduğunun kanıtı değil midir?
Şehir hafızaları aynı zamanda o şehrin gelmiş geçmiş tüm yaşanmışlıklarına dair büyük bilgi kaynaklarıdır. Asla bir taş yığınından ibaret olmayan, bizlerle ve diğer tüm canlılarla birlikte soluk alıp veren şehirler; ana caddelerinden ara sokaklarına, çarşı pazarına, ibadethanelerinden sanat yapılarına uzanan rengarenk yapılarıyla muazzam hazinelerdir.
Tam bu noktada aklıma Ahmet Ümit’in İstanbul Hatırası kitabında yazdığı satırlar geliyor. Ahmet Ümit şehrin hafızalarının silinmesiyle ilgili isyanını romana dökmüştü. Demişti ki; “Semtlerin eski isimleri unutuluyor, şehir hızla geçmişinden koparılıyor. Oysa şehirler de insanlar gibidir, geçmişlerini unuturlarsa, tarihlerinden koparılırlarsa kişiliklerinden de koparılırlar. Hiçbir özellikleri kalmaz. Birbirine benzeyen, sıradan insanlar gibi olurlar.”
Bir şehre rengini veren, temel özelliklerini belirleyen ve farklı kılan şey hafızası iken; çocukluğunda gittiğin çarşı pazarın adının değiştirilmesi ve hatta yerinde bulunamaması gibi bir durum aslında kişiyi tüm o geçmiş birikimlerden koparmış oluyor. Güzel andığımız ve gittiğimizde yerinde bulmak istediklerimiz aslında tabi ki binalar değil… O binaların bize verdiği enerjidir.
Aslında; içinde yaşadığımız şehirler biz farkında olmadan hepimize kimlik kazandırır. İnsan olmanın en büyük gereksinimlerinden biri olan aidiyet duygusunu besler.
Kalabalıklaşan, devasa binalar içinde milyonların yaşamaya başladığı şehirlerde bu aidiyeti bulmak giderek zorlaşmakta… Öyle ki; küçücük bir arka sokağın, her köşe başının, kaldırımların, ağaç diplerinin, ev kapılarının hafızaları varken; devasa dikilen görkemli, şıkır şıkır binaların pek de hafızası olduğunu söyleyemeyiz.
Yıllara meydan okuyan, sadece bizim çocukluğumuz değil anne babalarımızın, onların anne babalarının ve daha eski kuşaklarımızın yaşamışlıklarını içinde barındıran şehir hafızasına ne kadar sahip çıktığımız gerçekten tartışmalı bir konu…
Hafızalarıyla oynadığımız ve kimliklerini yok ettiğimiz şehirlerimizde yaşarken; bizlerin anılarımızı korumamız, kimliğimize sahip çıkmamız ve kendimizi o şehre ait hissetmemiz ne kadar mümkün olabilir ki? Belki de mutsuzluğumuz bu kayıptandır. Kim bilir? …
İzninizle alıntı yapıyorum