Dün 15 Temmuz kalkışmasının 8. Yıl dönümüydü.
Türkiye’de bir kesim, 15 Temmuz’u, “Ülkemizin uçurumdan döndüğü gün” olarak nitelendirirken, azımsanmayacak bir kesim de “tiyatro” olarak görüyor.
Şunu başa yazalım, toplumsal olaylar siyah ve beyaz olarak ayrılması pek mümkün değildir. Olayların doğru analiz edilmesi için kimi zaman yıllar geçmesi gerekir.
Bu yüzden, toplumda gittikçe derinleşen bu tartışmaya girmeyeceğim. Konu hakkındaki şahsi düşüncemi de belirtmeyeceğim ki, iki kesim de yazdıklarımı ön koşullu değerlendirmesin.
Türkiye 15 Temmuz sürecine birdenbire gelmedi. Uzun yıllara dayanan ihmaller zincirinin bir sonucuydu yaşananlar.
"Eskiden" ya da "bizim zamanımızda" gibi ifadeleri pek kullanmam. Yenilikçiyimdir. Ama bugünü veya yakın geçmişi doğru anlamak için geçmişi anlatmak gerekiyor.
Ortaokul yıllarında bize dönem ödevleri verilirdi. Bu ödevler genellikle güzel ve ilgi çekici olurdu. Bizden kütüphaneye gidip araştırma yapmamız, kaynakları tarayıp not alıp ve bunları derleyerek ödevi tamamlamamız beklenirdi. Günümüzde Vikipedi gibi kaynaklar sayesinde bu tür etkinliklere pek kalmadı. Zaten “Yapay Zekâ” çözümleri de bu işi iyice gereksiz hale getirdi.
Neyse, biz geçmişe dönelim.
Yaşadığım ilçede iki kütüphane vardı. Biri, şehir parkının yanındaki İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne bağlı Halk Kütüphanesiydi. İçeride tek bir sorumlu hanım vardı. Bu hanım bize yardımcı olmak şöyle dursun işimiz zorlaştırırdı sürekli. İçeri girdiğimizde resmen gerilim başlardı. Kitapların yerini sormak ya da kaynaklara nasıl ulaşabileceğimizi sormak gibi basit sorularımızı bile hoş karşılamazdı. Kitabı bulduktan sonra not almak veya fotokopisini çekip evde derlemek teklif dahi edilemezdi. Dışarıya kitap da verilmezdi. Bu yüzden de çok az gittim devletimize ait olan bu kütüphaneye. İstatistiksel olarak ele alayım. Ortaokul üç yıldı ve her sınıfta aşağı yukarı sekiz ders olduğunu varsayalım. Yani yılda 16 dönem ödevi yapılırdı. Üç yıl boyunca en az 48 ödev araştırması yapmamız gerekirdi. Ancak Halk Kütüphanesine o memur hanımın tavırları nedeniyle sadece birkaç kez gitmiştik.
Peki, ödevleri nasıl yapıyorduk?
İlçemizdeki özel bir yurt tarafından açılan başka bir kütüphane daha vardı. Oraya gittiğimizde "Abi"ler bize her konuda yardımcı olurdu. Aradığımız kitap ya da ansiklopediyi birlikte arardık. Azar işitme korkusu yoktu. Oradaki kaynak kitapları güzel bir masanın etrafında kendi defterimize not alabilirdik. Hatta fotokopi makinaları da vardı. Eğer çok zor durumda kalırsak, ücreti karşılığında onları da kullanabilirdik. Ama orada zaman geçirip el ile not almamızı daha çok teşvik ederlerdi.
Ancak yaşadığım bir olay sonrasında o kütüphaneye bir daha ayak basmadım... Şimdi bu olayı anlatayım. Okuldaki sıra arkadaşım kütüphanesinden yararlandığımız yurtta kalan bir öğrenciydi. Sakin biriydi. Bir ders sırasında, sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla, "Biliyor musun? Atatürk'ün annesi..." diye iftira dolu cümleler kurdu. O çirkin iftiraları yazmayacağım. Tıpkı malum “feslinin” iftiralarına benzer cümleler diyeyim. Sıra arkadaşımın iftira dolu cümlelerini duyunca şoke oldum. O an hiçbir şey söyleyemedim. Ama Atatürk’e ve Zübeyde Hanım’a çirkin iftiralar atan o çocuğun bir daha yüzüne bile bakamadım. Aynı sırada olmaktan kaynaklanan zorunlu arkadaşlığı sonlandırmak, çocuk aklımla aldığım bir karar değildi. O çocuğa karşı içimden tiksinti geldi. Nerede görsem ondan olabildiğince uzak durmak istedim.
Şimdi beni daha çocukken derinden sarsan bu olay hakkında bir analiz yapayım.
O yapının yurtlarında, okullarında yetişen 1977 doğumlu bir kişi, 15 Temmuz 2016 tarihinde eğer askerse en azından Binbaşı ya da Yarbay, sivil memursa da daire başkanı veya müdür olmuştur. Ayrıca o yapının yetiştirdiği öğrencilerin kamuya kolay yerleşip çok kolay terfi aldıklarını ise hesaba bile katmıyoruz!
Uzatmayalım ve sonuca gelelim.
Devlet, yurt, okul, hastane, ibadethane, kütüphane gibi temel hizmetleri sunarken, burada görev yapacak personelini çok iyi bir eğitimden geçirip görev süreçlerini çok iyi kontrol etmelidir. Biz öğrenciyken devletin açtığı kütüphaneden memnun kalmadığımız için kimim kontrol ettiğini bilmediğimiz bir yapının yurdunun kütüphanesine girmek zorunda kaldık. İçlerine girmediğimiz için zarar görmeden süreci atlattık. Ama köylerden, uzaklardan eğitim için gelen fakir çocuklara devlet barınma imkânı sağlamayınca dernek, vakıf, cemaat adı altındaki yapılanmalarının yurtlarına gitmek zorunda kaldılar. Genelde oldukça zeki olan bu çocuklara, o yurtlarda kimler ne anlattı? Bunu bilen var mı?
Demem o ki, devlet, yurtlarını okullarını kendi açıp, içinde iyi yetişmiş eğitimciler ve memurlar koyması gerekir. Aksi halde Devlet düşmanı olma ihtimali olan yapılara fırsat doğar. Böylece de çocuklarımızı sapkın fikirleri ile zehirler. Türkiye 15 Temmuz’u bir şekilde atlattı. Bundan sonrası yapılması gereken böyle tehlikeli oluşumların filizlenmesine fırsat tanımamaktır.