Herkes dürüst insanı sever. Ama kimse aramızdaki ‘fazla dürüstleri’ sevmez. Ben bu konuda biraz fazla dürüstüm, kızanlar olacaktır. Hayatımın geri kalanında bir sinek bile olsa hiçbir canlının canını yakmayacağıma, zulmetmeyeceğime, zulme ortak olmayacağıma dair kendime bir sözüm var. Bunu çok radikal ya da marjinal bulan, sert bir tabir evet ama ikiyüzlü hayvansever tanıdıklarım da var. Ama dedim ya ben biraz fazla dürüstüm.
Yazın sıcakta, kışın soğukta herkes çağrı yapıyor can dostlarımız dediğimiz sokak hayvanları için.
Bir kap su, bir kap mama…
Sosyal medyada hemen herkes bunu paylaşmıştır. Peki kaçımız bunu düzenli olarak yapıyoruz?
Geçtiğimiz yıl yapılan bir araştırma İnsanoğlunun ilk kez 23 bin yıl önce Sibirya’da köpekleri evcilleştirdiğini ortaya koyuyor.
Evcilleştirme dediysem öyle “Sokakta buldum Sibirya’da üşümesin” diye değil, gücünden yararlanmak için, güvende hissetmek için, iç gücü olarak. Yabani hayvan ve insanların saldırılarından korunmak, yağmaların önüne geçmek için. Birkaç ayda da değil üstelik yaklaşık 500 yıl süren bir uğraşla…
Amerika kıtasına Sibirya üzerinden giden toplulukların yanında götürdüğü evcilleştirilen köpekler zamanla dünyaya yayılıyor.
Yerleşik hayata geçişin, özellikle Sanayi Devrimi’nin ardından yüzölçümü bakımından geniş coğrafyalara yayılan insanın bugün gezegenimiz üzerinde ayak basmadığı toprak, yapılaşma gerçekleştirmediği alan kalmadı neredeyse.
Ama sonradan evler diktiğimiz yamaçların, fabrikalar kurduğumuz ovaların bizden, yani insanın oraya yerleşmesinden önce nefes alan sahiplerini unuttuk.
“Aç kalan ayılar, domuzlar, kurtlar yemek bulmak için şehre indi” dedik. İnsan için denir ama tüm canlılar için geçerli bu söz: Ekmeğin neredeyse evin orasıdır. Onların da evi eskiden orasıydı.
Biz geçmişte evcil olmayan bir köpeğin, evcil olmayan bir kedinin, bir kuşun, bir sincabın evinin üzerine ev yapıp onları otobanlar arasında kalan geçmişin ‘tüm dünyası’ bugünün ormanlık arazisi üzerine sıkıştırdık.
Ancak evcilleştirilen hayvanların avlanma içgüdüleri bin yılların yarattığı körelmeyi yaşadı. Evcilleştirilmeyen kedigilleri, belgeselde kendinden büyük hayvanı avlarken görürsünüz. Ama evdeki evcil kedinizin yapacağı en büyük avcılık, oyuncağını yakalaması ya da balkonda yakaladığı kanadı kırık bir böceği size getirmesi olacaktır.
Önce candostlarımızı evcilleştirdik, yemek bulmalarını sağlayan avcılık içgüdülerini körelttik, sonra yaşam alanlarını daralttık. Peki kendi yemeğini kendi bulamayan, doğada kendini savunup yaşayamayan bir canlıyı evimizden dışarı atarsak? Basit matematik evet. Yaşayamaz.
Kısırlaştırmadığımız, cins değil diye sahip çıkılmayan, cins diye üretilen, çiftlikte ekonomik gelir elde etmek için yetiştirilen ve terk edilen hayvanlar tek başına yaşayamaz. Bu, biz insanların doğayla savaşı sonucu yarattığı bir durum. Bu durumun sorumlusu bizsek elinden geleni yapacak olan da yine bizleriz.
***
Ankara’da Mamak Belediyesi tüm belediyelere, hatta dünyaya örnek olacak bir karar aldı.
Mamak’ta, Ocak Ayı meclis toplantısında alınan kararla birlikte sokak hayvanlarını sahiplenenlere aylık 500 TL destek verilecek. 12 ay boyunca nakdi desteğin yanı sıra aşı ve mama desteği de sağlanacak üstelik.
Bu çalışma neden tüm ülkeye yayılmasın?
Yıllar önce sokaktan, bu yıl da barınaktan hayvan sahiplenen biri olarak, onların yaşam hakkını sonuna kadar savunan biri olarak söylüyorum. Barınaklar ne kadar steril gözükürse gözüksün, belediyeler ne kadar mükemmel bakım sağlandığını söylerse söylesin; çok farklı noktalardan toplanmış sürekli sirkülasyonun olduğu, yüzlerce hayvanın bir arada bulunduğu bu ortamlarda hayvanların birbirine hastalık bulaştırma olasılığı çok yüksek, yaşama olasılığı çok düşük.
Hayvanların toplu olarak ‘tutulduğu’ kafeslerde olması gereken hayvan sayısının belli bir sınırı var. Benim bildiğim köpekler için 14, yanlışsa da düzetelim.
İyi ihtimalle bir kafeste 14 köpek varsa ve biri özellikle bebeklik, gençlik dönemde çok sık rastladığımız ölümcül bir hastalığa yakalandığında muhtemelen sahiplenilmediği takdirde kafesteki bütün hayvanların sonu olacaktır.
Barınaklarda yaşayan hayvanlar doğal olarak birlikte yemek yiyor. E haliyle gezmeye parka çıkarılamadıkları için tuvalet ihtiyaçlarını da kafeslerinde gideriyorlar. Riskleri oldukça fazla.
Ben kendi can dostumu daha 1 aylıkken barınaktan hastalık kapmış olarak aldım. Parmağım kadar patisine kafası kadar serum takıldı haftalarca. Ben bilirim.
Kimse kimseyi kandırmasın. Bu sadece ‘hayvanseverlerin’ ve belediyelerin kaldırabileceği bir yük değil. Bugün yeni sahiplenilen bir köpeğin tek bir aşısının maliyeti 140 TL. Ve köpekler yetişkinlikte bir yaşına gelene kadar 8 aşı oluyor. Sonrasında rutin aşı uygulamaları yapılıyor. Barınaklarda yüzlerce hayvanın günlük mama ihtiyacı karşılanıyor, çok sayıda hayvan ameliyat ediliyor, çok sayıda hayvan tedavi ediliyor. Bunu hangi belediye ısınmasıyla, tedavisiyle, ek masraflarıyla birlikte sorunsuz gerçekleştirebilir? İnanın belediyelere de bunun planlaması, masrafının çok zor olduğu yönünden çok hak veriyorum.
Ama bunun bir çözümü insanlar elini taşın altına koymadığı sürece maalesef yok.
Sosyal medyada son dönemde bir kısım kişiler ya da personeller tarafından sokak hayvanlarının çukurlara gömüldüğünü, yakıldığını, duraklarda tekmelendiğini, arabaların direksiyonlarının üzerlerine kırılıp öldürüldüğünü görüyoruz. Can dostlarımız için sokak da barınak da ölüm.
Hani hep deriz ya “Bu gezegen bütün canlıların”, “En çok ben hayvanseverim”…
En büyük hayvansever siz olun, en büyük hayvansever sizin aileniz olsun, en büyük hayvansever sizin kurumunuz olsun. Ama artık elinizi o taşın altına atın. Eğer elinizi o taşın altına atmazsanız bu zulme ortak olursunuz.