Doğduğumda hayatta değildi ama henüz küçük yaşlardayken yetişkinlerin sohbetlerinde zaman zaman ismini duymuştum Uğur Mumcu’nun.
O zaman pek anlam veremiyordum bu konuşmalara. Oldukça da sıkıcı geliyordu.
Lise yıllarımda gazeteci olmaya karar verdiğim zamanlarda babam gittiğimiz bir kitap fuarında hediye etti ilk kitabını. Bu zamanlardı…
Üniversitede gazetecilik bölümünü kazandım. Hayatı, ülkeyi biraz daha tanımaya başladım. Uğur Mumcu’nun hayatını, mesleki çabasını araştırdım önce. Nasıl bir gazeteciydi herkesin dilindeki bu Uğur Mumcu? Yine kar vardı sokaklarda. Bu zamanlardı…
“İnsanlar sadece konuştukları şeylerden değil, sustukları şeylerden de sorumludurlar” sözüyle tanıştım. Onu ilke edindim. Onun kadar sorumlu olmak istedim her şeyden, hayatımın her anından.
Dersler kar dolayısıyla ertelendi. İlk kitabını okudum. Araştırmacı gazeteciliğin ne olduğunu o gün öğrendim. Yine kar vardı. Bu zamanlardı…
Ankara’ya ilk gidişimdi. Kızılay’a gitmek için otobüs durağını arıyordum. Kaybolduğumda fark ettim tabelada ismi yazıyordu. Uğur Mumcu Parkı, Uğur Mumcu Sokağı…
***
24 Ocak 1993 Pazar… Karlı bir Ankara sabahı. Aynı o gün gibi ‘Karlı Sokak’.
Uğur Mumcu, Renault 12 marka arabasını oğlu Özgür ve eşi Güldal Mumcu gelene kadar ısıtmak için birkaç adım önde gitti. Cuma günü ailesiyle gittiği pizzacıdan döndüğünde kapattı kontağı en son. Aracının yanına vardı. Lastikleri kontrol etti, üzeri karlarla kaplanmış o mavi arabayı temizledi. Kapıyı açıp koltuğa oturduğu an Güldal Mumcu evin kapısını kapatıyordu. ‘Karlı Sokak’ büyük bir patlamayla sarsıldı. Çankaya sarsıldı. Ankara sarsıldı. Türkiye sarsıldı.
Uğur Mumcu’nun cansız bedeni patlamanın etkisiyle şimdi tabelasını gördüğüm parkın, o zamanın su deposunun bahçesine düştü, bacakları kopmuştu. Aynı üç ay önce gördüğü rüyasındaki gibi.
Bu zamanlardı…
Üstüme karanlık çöktü Uğur Mumcu Sokağı’nı görünce. Eski ‘Karlı Sokak…’ Ölümün karanlığı. Mesleğini, mesleğimi yapmak isteyen bir gazetecinin öldürülmesinin karanlığı.
“Demirden korksaydık trene binmezdik” dermiş. Ölüme sıfat yakıştırılmaz. Ama bir sıfatı olsaydı eğer en onurlu ölüm olurmuş.
Okulda en son ne zaman gerçek bir araştırmacı gazetecilik örneği gördüğümüzü sormuşlardı. Sınıftaki herkes sustu. Senden sonra olmadı. Umarım bir gün o sınıflarda o kadar çok cevap duyulur ki biz seni yine hatırlarız, yine seni anarız, sana yakışan bir anma olur.
Yolunda, gazeteciliğe sorulan sorulara cevap olma dileğiyle.
Uğur’lar olsun…