Sahi nereye gidiyoruz böyle?
Maddi kazanç hırsı, aklımızı başımızdan aldı.
Batı dünyasında alışık olduğumuz bu çarpık ruh hali, nüfusunun büyük kısmı Müslüman olan ülkemizde de yaygınlaşmaya başladı.
İlahi mesajın özünü unutup, tüm enerjimizi maddi kazançlar elde etmek için harcadıkça gerilemeye başladık.
Ama bunun farkında bile değiliz.
Üstelik içimiz hiçte huzurlu değil.
Zaten yolumuzda yol değil.
Ne yazık ki, kimileri ilerlemenin önünde en büyük engeli din olarak görmeye başladılar.
Şimdilik dine açıkça suç atmıyorlar, ancak varılacak yer orası olacak.
Şimdilik dini anlatan kurumlar hedef tahtasındalar.
Din adamlarının büyük kısmı ve dini inançlarını yaşayan siyasetçilerde aynı muameleyi görüyorlar.
Varılmak istenen yer ise, hayatın her aşamasını kapsayan dini, tıpkı Batı’da olduğu gibi dar bir alana hapsetmek.
Bazıları bu olduğunda; Türkiye’de yaşanan tüm sorunların sona ereceğine kendilerini iyice inandırmışlar.
Oysa orası çıkmaz sokak.
Şöyle anlatayım.
Malum olduğu üzere, Batı'nın Ortaçağ, diye adlandırdığı karanlık bir dönemi var.
Batı, Roma İmparatorluğu’nun çöküşü ve Rönesans (Yeniden Doğuş) arasında sıkışan bu dönemde çok acı çekmişti.
O dönemde; gelişmeden uzak, vebanın yaygın olduğu, savaşların ve sivil isyanların yaşandığı, bilimin geride kaldığı, Tanrı korkusunun, insanları kontrol altına almak için kullanıldığı karanlık bir çağ yaşanmıştı.
Batılılar, Rönesans olarak adlandırılan süreçte Kilisenin ayaklarına vurduğu prangayı söküp attı.
Kısmen haklıydılar.
Çünkü Kilise bağnaz yapısı ile toplumun üzerine kâbus gibi çökmüştü.
Oysa, sorun İlahi mesajda değildi.
Asıl sorun, Hazreti İsa’nın öğretisini daha ilk çağda çarpıtan anlayıştaydı.
Yani bu çarpık anlayıştı insanlığın üzerine çöken kâbus.
Yaşanan kâbus, Hazreti Muhammed (S.A.V.) ile yıkılıp gitti.
Bu yüzdendir ki Batı Ortaçağ yaşarken Müslüman toplumlar çağ açıp, çağ kapattılar.
Çünkü İslam dininin ilk emri “Oku” olmuştu ve ilk çağ Müslümanları bu emre sarıldılar.
Ya bugün?
Bugün ne yazık ki İslam dünyası ilk emirden kopup, tıpkı Hıristiyanlar gibi şekilciliğe önem veriyorlar.
Kur’an’ı okurken, “Allah benden ne istiyor” diyerek ilahi mesajı anlamak yerine, o apaçık mesajdan hurafeler türetmeye güç harcıyorlar.
Veee ne yazık ki, İslam dünyası büyük bir uçurumdan yuvarlanıyor şimdilerde.
***
Batı bizim yeni yaşadığımız bu süreci, çok önce yaşadı aslında.
Nasıl mı?
Anlatalım.
Rönesans ile Batı Kiliseyi dar bir alana hapsetti.
Çünkü Kilise ilahi mesajın özünden uzaklaşmıştı.
Ama bununla da yetinmedi Batı.
Sonrasında Allah’ı da zımnen (üstü örtülü olarak) inkâr etmeye başladı.
Bu süreci, Batı dünyasının bu ruh halini, uzun uğraşlar ve araştırmalar sonrasında İslam ile şereflenen Muhammed Esed (Leopald Weiss) ‘Mekke’ye giden yol’ adlı kitabında şöyle anlatıyor:
“…Mademki aklımız, bilimsel deney ve gözlemlerimiz, ince hesaplarımız bize insan hayatının kaynağı ve ölümden sonraki akıbeti hakkında belirgin herhangi bir şey söylemiyor; o halde bütün enerjimizi maddi ve entelektüel gücümüzün geliştirilmesine harcamalı, bilimsel yöntemleri reddeden varsayımlar üzerinde kurulu ahlaki ve törel (töreye uygun) kaziyelerin (önermelerin) yolumuzu tıkamasına meydan vermemeliyiz. Batı toplumu böylece Allah’ı açıkça inkar etmiş olmuyordu; ama pratik olarak entelektüel dünyasında bir yerde bırakmıyordu O’na….”
***
Evet, insan bir kere yolunu kaybettiğinde bir daha bulması kolayca mümkün olmuyor.
Batı yolunu kaybettiğinde, bu yüzden doğru yolu yani İslam’ı bulamadı.
Nitekim Muhammed Esed kitabın ilerleyen sayfalarında Batı dünyasının İslam hakkındaki düşüncelerini de şöyle özetliyor:
“Müslümanların gerileyiş ve çöküş sebepleri her şeyden önce İslam dininin kendinde aranmalıdır. O İslam ki, Hıristiyanlık ve Yahudilik benzeri dinsel bir ideoloji olmaktan çok, çöl fanatizmi ve kaba tensellikle yoğrulmuş, bağlılarını insanlığın yüksek toplumsal ideallere doğru ilerleme hamlelerinden alıkoyan, boş inançlardan ve kör kadercilikten ibaret bir ilkel dindir. İnsan ruhunu cehaletin prangalarından kurtaracağına, onları daha da sıkılaştırmaktadır. Öyleyse Müslümanların, hem kendilerini, hemde başkaları için, İslam akidelerini ve ictiami (benzer) geleneklerini bırakıp kısa yoldan Batılı yaşama tarzını benimsemeleri iyi olacaktır, falan, falan…”
***
Bu yazıyı vaaz olarak yazmadım.
Haddim de değil zira.
Ancak yolunu henüz kaybetmeyen ama ciddi bir bocalama yaşayanlara Batı dünyasının içinde 100 yıl önce yaşayan biri tarafından yazılmış bu cümleleri aktarmak geldi içimden.
Yüce dinimizi yaşamak tabiki çok güzel Allah herkese nasip etsin. Ama bazen öyle tuhaf ve çileden çıkaran insanlarla karşılaşıyoruz ki hayatımızda nedir Allahım bunun Hikmeti diyoruz